2017 KIRSAL KALKINMA HİBELERİ BAŞLADI (KKYDP-12)

2017 Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi Hakkında Tebliğ 13/09/2017-30179 Tarih Sayılı Resmî Gazete yayımlanarak yürürülüğe girdi. (*)  Hibe programlarına başvurular tebliğin yayımı tarihinden itibaren 90 günlük süre içerisinde sistem üzerinden yapılabilecektir. Konularına göre 81 ilde ve kısmen 39 ilde uygulanacak olan Tarıma Dayalı Kırsal Kalkınma Destekleri Hibeye esas proje tutarının %50’sine hibe yoluyla destek verilecektir. Programın konuları, Hibeye esas proje tutarları, desteklenecek illerin özet bilgileri aşağıda verilmiştir.

A-UYGULAMA İLLERİNİN YATIRIM KONULARI
1- Program çerçevesinde 41 il ; Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Ankara, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hatay, Isparta, Mersin, Kars, Kastamonu, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Nevşehir, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Şanlıurfa, Uşak, Van, Yozgat, Aksaray, Karaman, Ardahan illerinde;
a) Yaş meyve sebze tasnif, paketleme ve depolama yatırımları hariç bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması konusunda sadece ham derinin işlenmesi ve günlük en fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli mezbaha,
c) Soğuk hava deposu,
ç) Çelik silo,
d) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
e) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
f) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
g) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.
2-Program çerçevesinde 39 il; Adana, Adıyaman, Antalya, Artvin, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Muğla, Niğde, Rize, Sakarya, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Kırıkkale, Batman, Şırnak, Bartın, Iğdır, Yalova, Karabük, Kilis, Osmaniye ve Düzce illerinde ise;
a) Bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
c) Su ürünlerinin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
ç) Soğuk hava deposu,
d) Çelik silo,
e) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
f) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
g) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
ğ) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar,
h) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; kırsal turizm, çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, el sanatları ve katma değerli ürünler, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları,hibe desteği kapsamında değerlendirilecektir.

B-YATIRIM KONULARI VE HİBE TUTARLARI
1- Ekonomik yatırım konularında;Aşağıda belirtilen yatırım konularında hibeye esas proje tutarı; yatırım niteliği yeni tesis olan başvurularda 2.000.000 Türk Lirası, yatırım niteliği kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme olan başvurularda 1.500.000 Türk Lirası, yatırım niteliği tamamlama olan başvurularda ise 1.750.000 Türk Lirası,üst limitini geçemez.

a) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik yeni tesislerin yapımı,
b) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik mevcut faal olan veya olmayan tesislerin kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenilenmesi,
c) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik kısmen yapılmış yatırımların tamamlanması,
ç) Yenilenebilir enerji kaynakları kullanan yeni seraların yapımı,
d) Bu Tebliğ kapsamında bulunan konularla ilgili tarımsal faaliyetlere yönelik yapılmış tesisler ile bu Tebliğ kapsamında yapılacak tesislerde, ayrıca üç dekardan küçük olmaması şartıyla örtü altı kayıt sistemine kayıtlı mevcut modern seralarda kullanılmak üzere; yenilenebilir enerji kaynaklarından jeotermal ve biyogazdan ısı ve/veya elektrik üreten tesisler ile güneş ve rüzgar enerjisinden elektrik üreten tesislerin yapımı,
e) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar,
f) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması, hibe desteği kapsamında değerlendirilir.

2- Kırsal ekonomik altyapı yatırım konularında;Aşağıda belirtilen yatırım konularında hibeye esas proje tutarı; kırsal turizme yönelik niteliği yeni tesis olan yatırımlar için 1.500.000 Türk Lirası, diğer yatırım konuları için 500.000 Türk Lirası, üst limitini geçemez.
a) Kırsal turizm yatırımları,
b) Çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri,
c) El sanatları ve katma değerli ürünler,
ç) Bilişim sistemleri ve eğitimi,
hibe desteği kapsamında değerlendirilir.

3- Tarımsal ürünlerin işlenmesi kapsamında, başka bir yatırım tesisinde ilk işlemesi yapılan mamul ürünün ikincil işlenmesine ve paketlenmesine yönelik yatırım teklifleri hibe desteği kapsamında değerlendirilmez. Sert kabuklu meyveler bu madde kapsamında değildir.
4- Un ve karma yem konularında yeni yatırım tesisi başvuruları kabul edilmez. Kütlü pamuk konusunda kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme dışındaki başvurular kabul edilmez. Çay konusunda sadece yaş çay üretiminin yapıldığı illerdeki başvurular kabul edilir.
5- Tarımsal ürünlerin depolanmasına yönelik yeni tesis başvurularında sadece çelik silo ve soğuk hava deposu hibe desteği kapsamında değerlendirilir.
6- Yatırımcılar bu Tebliğ kapsamında tüm yatırım konularında ülke genelinde sadece bir adet proje başvurusunda bulunabilir.
7- Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından kırsal turizm için yeni tesis, diğer yatırımlar için kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme konusunda başvuru yapılabilir. Ayrıca, kırsal turizm ve el sanatları ve katma değerli ürünler konularına sadece kırsal alanda başvuru yapılabilir.
8-Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri hariç, bütün başvurularda başvuruya esas yatırım konusunun hibe desteği kapsamında değerlendirilebilmesi ve hibe 9- Tarımsal amaçlı kooperatifler, birlikler ile bunların üst birlikleri hariç, son başvuru tarihinde faaliyet süresi beş yılını doldurmamış tesisler Kapasite Artırımı ve Teknoloji Yenileme niteliğinde başvuruda bulunamaz. Ayrıca daha önce Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Çerçevesinde hibe desteğinden yararlanmış olan tesisler için nihai rapora bağlanma tarihi itibarı ile beş yılını doldurmamış olanlar Kapasite Artırımı ve Teknoloji Yenileme veya Tamamlama niteliğinde bu Tebliğ kapsamında hibe başvurusunda bulunamaz.
10- Bütün başvurularda yatırım yerinin; başvuru sahibi adına olması veya Hazine, belediye, il özel idaresi, ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, ticaret borsası, Vakıflar Genel Müdürlüğü, organize sanayi bölgesi, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi ve küçük ihtisas sanayi sitesinden başvuru sahibi adına bu Tebliğin yayımı tarihinden itibaren en az yedi yıl tahsis/irtifak tesis edilmiş olması veya Hazine, belediye, il özel idaresi, ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, ticaret borsası, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile bunlar dışında kalan tüzel ve gerçek kişilerden bu Tebliğin yayımı tarihinden itibaren en az yedi yıl kiralanmış olması gerekir. Tarımsal amaçlı kooperatiflerce balıkçı barınaklarına yapılacak olan bütün yatırım konularına ait başvurularda yedi yıl kira süresi şartı aranmaz.
11- Yatırım, mülkiyeti veya kullanım hakkı başvuru sahibine ait olmak üzere bitişik birden fazla parselde yer alabilir. Mevcut seralarda kullanılmak üzere yenilenebilir enerji üretim tesisi konulu başvurularda güneş enerjisi kullanılması halinde teknik gerekçelerinin açıklanması ve ilgili mevzuata aykırı olmaması durumunda paneller komşu parsellerde yer alabilir.
12-Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri konusunda yapılan başvurularda mevcut kümeslerin 18/3/2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu hükümleri ile birlikte 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu hükümlerine göre zorunlu olan biyogüvenlik tedbirleri hibe kapsamında değerlendirilir.
13- Niteliği yeni tesis olan başvurular sadece kırsal alan ve tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinde yapılır.
————————————————————
(*) Kaynak: Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (TEBLİĞ NO: 2017/22) 13/09/2017-30179 Tarih Sayılı Resmî Gazete

Sanayide kümelenme modeli yaygınlaşıyor

Aynı sektördeki firmaların iş birliği yaparak, Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme   uygulamaları artıyor
Aynı sektörde faaliyet gösteren firmaların iş birliği yaparak katma değerli ürün üretilmesi temeline dayanan ve Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme uygulamaları giderek yaygınlaşıyor.

Enerji, medikal, kauçuk, haberleşme, iş makineleri, raylı sistemler, tekstil, gemi inşası gibi pek çok sektörde faaliyet gösteren firmaların birbirleri ile dayanışma içinde olarak sanayide verimliliğin artmasına katkı sağlayan kümelenmeler, son yıllarda organize sanayi bölgeleri başta olmak üzere üniversiteler ve sanayi odalarının bünyelerinde çalışmalarını sürdürüyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından da desteklenen başarılı kümelenmelerin sayısı Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli illerinde artarken, küme üyesi firmaların işbirliklerinden yeni ve katma değeri yüksek ürünler ortaya çıkıyor.

“Uluslararası rekabete katkı sağlıyor”

Bünyesinde 4 kümelenme bulunan İvedik OSB’nin Başkanı Hasan Gültekin, kümelenme konusunda farkındalık oluşması anlamında Türkiye’nin yol aldığını söyledi.

Kümelenmenin uluslararası rekabete verdiği katkının önemine işaret eden Gültekin, “Buna ek olarak kümelenmeye yönelik genel bir strateji kısa, orta ve uzun vadeli olarak belirlenmelidir. Ana ve yan sanayi ilişkileri stratejik bir yaklaşımla yeniden tanımlanmalı, yan sanayinin yeni yetenekler kazanarak ana sanayi üzerindeki aşırı iş yükünü hafifletmesi amaçlanmalıdır.” dedi.

İvedik OSB’deki kümelenme çalışmalarının 2010’da başladığını dile getiren Gültekin, bölgede medikal, elektronik, makine ve plastik-kauçuk kümelenmeleri üzerine yoğunlaşıldığını ifade etti.

Kümelenme faaliyetleriyle küresel anlamda rekabet gücünün artırılması ve katma değeri yüksek ürün üretilmesine katkı sağlanmasının hedeflendiğini anlatan Gültekin, “Firmaların ortak sorun ve ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların yapılması kümelenmenin sadece amaçlarından biridir.” diye konuştu.

 

Yeni sektörlerin entegrasyon sürecinde kümelenme çalışmalarının önemine dikkati çeken Gültekin, kümelenme modeliyle firmaların birlikte hareket ederek rekabet gücü kapasitelerinin arttırılması ve ortak ürün geliştirilmesini hedeflediklerini söyledi.

Çözüm Ortağımız Sayın Yasemin Eren’den



PAZARLAMA NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Dürüst olmak gerekirse ‘’pazarlama’’ kelimesi birçok insan için çok da sevimli olmayan hisler uyandırmaktadır. Apartmanların girişine asılan ‘’pazarlamacılar giremez ‘’yazısı pazarlamayı rahatsız edici ve ısrarcı bir satış süreci olarak algılatmakla kalmayıp bu kavramın oldukça değersiz hale indirgenmesine neden olmuştur. Pazarlama alanında 16 yıllık deneyim sahibi biri olarak, ülkemizin en değerli markalarını yönetme şansı yakaladım. Bu süreç içerisinde markalaşmaya çalışan birçok firmanın üst düzey yöneticileri ile görüşmelerim oldu. Türkiye’nin en büyük ilk 500 firması içerisinde bulunan şirketlerin sahipleri, üst düzey yöneticileri ile çalışmalarımda, pazarlamanın gücüne inanmadıklarını, pazarlamayı gereksiz masraf kalemi olarak görmekle kalmayıp bununda ötesi,satış ve pazarlamanın farkını hala ayırt edemediklerini gördüm.

  • Pazarlama satış demek değildir.
  • Pazarlama tek başına yaratıcılık değildir.
  • Pazarlama sosyal platformlarda beğeni toplayıp takipçi kazanmak değildir.
  • Pazarlama sadece reklam ve PR değildir.
  • Pazarlama “anlık” sonuçlar alabileceğiniz kısa süreli bir çalışma değildir.
  • Pazarlama karmaşık stratejiler kurup onları uygulamaya çalışmak hiç değildir.

 

Dünya’nın en büyük markalarını incelediğimizde hepsinin birer pazarlama odaklı şirketler olduğunu görüyoruz. Bunu tam anlatabilmek için pazarlamanın gelişim evrelerine bakmak gerekir.

1850-1930’lar ÜRETİM ODAKLI ANLAYIŞ DÖNEMİ

Talebin arzdan fazla olduğu dönemler. Bu döneme damgasını vuran Henry Ford’un söylediği gibi Benden dilediğiniz renk ve model araba talep edebilirsiniz. Siyah ve T modeli olmak koşulu ile. Yani ne üretirsem üreteyim satarım anlayışının yaygın olduğu dönem.

 

1930-1950 ÜRÜN ODAKLI ANLAYIŞ DÖNEMİ

Daha fazla kalite, performans ve özellikler sunan ürün ve hizmetlerin tüketici tarafından tercih edileceği düşüncesini içerir. Ürünler müşteri ihtiyaçları göz önünde bulundurulmadan tasarlanıp üretildiği için, yanlışlar ile doludur ve pazarlama miyopluğuna yol açar.

Biz bu yöredeki en iyi oteliz! , Müşteriler mutlaka bizi seçecektir! , Bu malzeme en iyisidir! , Müşteriler ne anlar! zihniyetinin başarısızlığa yol açması çok muhtemeldir.

İşletmeler çok başarılı olabilirler. Hatta dünyanın en büyük 500 şirketinden biri haline gelebilirler. Fakat müşteri ihtiyacını, rekabeti, teknoloji ve diğer çevre şartlarını yakından takip etmezler ise ne kadar büyük ne kadar başarılı olursa olsunlar piyasadan silinebilirler.

1950’LER SATIŞ ANLAYIŞININ HAKİM OLDUĞU DÖNEMLER

Artan işletme sayısı ile birlikte aynı tipte ürün ve hizmet üreten işletme sayısı artmıştır.

Kalitesiz, tüketici beklentileri ile örtüşmeyen ürünleri baskıcı satış teknikleri kullanılarak satmaya çalışmışlardır. ‘Ne üretirsem satayım yeter ki satmasını bileyim!

Satış yapmaya çalışan kişi, müşterinin kısa ve uzun vadede çıkarları yerine kendi işletmelerinin veya bireysel çıkarlarını (aylık primlerini) düşünerek hareket etmişlerdir.  Yanıltıcı beyanlara girilmiştir.

Peter Drucker yıllar önce şu sözleri söylemiştir;

‘’Her zaman satmaya olan ihtiyaç var olacaktır. Fakat pazarlamanın amacı satmayı gereksiz kılmaktır. Yani pazarlamanın amacı tüketiciyi ve onun ihtiyaçlarını iyi tanıyıp, anlayıp ona göre ürünler üretmek ve bu sayede ürünlerin/ hizmetlerin kendi kendine satmalarını sağlamaktır. Burada işletmeye düşecek görev ürünlerini satışa hazır etmek olacaktır.’’

 

1970- 1980’LER REKABET VE ÜRÜN ÇEŞİTLİLİĞİNİN ARTIĞI DÖNEM. PAZARLAMA ANLAYIŞINA GEÇİŞ

Şirketler bu dönemde pazarlamayı satıştan ayıran en önemli kıstas olan ‘’strateji’’ kavramını dikkate almaya başladılar. Bu kapsamda pazarlama kavramının strateji kavramıyla bütünleştirilmesi, satış ve pazarlama ayırımının oluşmasında en temel kriter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stratejik pazarlamada üç kritik süreç vardır.

1.Değerin tanımlanması,

2.Tanımlanan bu değerin üretilmesi,

3.Tanımlanıp üretilen bu değerin sunulmasıdır.

Şirketler yavaş yavaş şunu farkettiler, pazarlama departmanı oluşturduğu stratejiler ile ürünü satılabilir hale getirmeye çalışır. Satış departmanı satılabilir hale gelen ürünlerin satışını gerçekleştirir.

Keza 16 yıl boyunca markalarını yönettiğim değerli firmalarda da satış ve pazarlama kesinlikle iki farklı departman olarak yapılanmaktaydı. Birbirlerinden ayrı, fakat işler bir o kadar senkronize ve planlı yürümekteydi.

İnsanların değişen gereksinimlerini karlı fırsatlara dönüştürmek,

Pazarı ve hedef kitleyi analiz etmek,

Strateji oluşturmak,

Yaratıcılıkla planlamak,

Müşteri sadakati yaratarak başarıya ulaştırmak,

Pazarlama departmanlarının, satış departmanlarıyla senkronize çalışması için belirlenen en asli görevlerindendir.

Philip Kotler’e göre Pazarlama karşılanmamış gereksinimleri ve talepleri saptayan, bunların büyüklüğünü ve olası karlılığını tanımlayıp ölçen, organizasyonun hangi hedef pazarlara en iyi şekilde hizmet verebileceğini belirleyen, seçilen bu pazarlara hizmet edecek uygun ürünlere hizmetlere ve programlara karar veren ve organizasyondaki herkesin müşteriyi düşünüp, ona hizmet etmesini isteyen işletme fonksiyonudur.

Tabi ki hepsini tek başına markalardan sorumlu kişiler yapmıyorlar. Tüm bu faaliyetleri yaparken üretim, arge, satın alma (tedarik zinciri), satış gibi departmanlar ile birlikte koordineli çalışıyorlar. Maalesef günümüzde tüm bunlara birçok şirkette ürün müdürü gibi çalışan patronlar karar veriyor.

Bir gün Türkiye’nin önde gelen patronlarından biri ile yaptığım sohbette tüm bunları yapmak sizin göreviniz değil dediğim de ama burada hiç kimse bu kararları verebilecek yetkiye sahip değil bu riski ancak patron olarak ben alabilirim dediğinde içimden tebessüm ettim. İşte burada pazarlamanın bir bilim olduğunu, bu kararları verirken sağdan soldan duyduklarımız ile değil pazar analizleri, rekabet analizleri yaparak yani detaylı pazar araştırmaları yapılarak bilgilerin toplanıp, rasyonel karar verilebilecek düzeye getirildikten sonra, yönetim kuruluna sunularak karar verilmesi gerektiğini ilettim. Bunun için de işin bir sorumlusu olmalı, bu da pazarlama departmanıdır.

 

Pazarlama literatüründe temel olarak 4P ile formüle edilen pazarlama karmasından bahsedilerek pazarlama bilimini ve departmanını detaylandırabiliriz. Bu 4 P’lere günümüzde 6 P, 4 C gibi eklemeler gelse de özü 4 P üzerine kuruludur.

  • Product (ürün)
  • Price (fiyat)
  • Place (bulunurluk)
  • Promotion (tutundurma)

Promosyonun bir kolu reklam, halkla ilişkiler ve satış geliştirmedir. Bulunduğunuz pazara uygun tüketici iç görülerini anlamak için araştırmalar yapılmalıdır. Bu sadece işin başlangıç kısmıdır. Şirketin, rakiplerin pazarın ölçümlenebilir, rasyonel verilere dayalı detaylı analizinin çıkarılması şarttır. Bununla beraber tüketici ihtiyaçları, talep beklentileri analiz edilmelidir. Bundan sonra stratejik bir yol haritası belirlenmelidir. Bu stratejiler genelde uzun vadelidir. İşte bu nedenle satış bugünü düşünürken pazarlama hep daha uzun vadede düşünerek hareket etmelidir. Çıkan rasyonel verilere göre başta yönetim kurulu onayı alınır ve ilgili tüm departmanlar ile birlikte çalışarak yeni ürün çıkarılması veya mevcut ürünün iyileştirilmesi konusunda ilgilileri harekete geçirir. Alınan kararların uyulup uyulmadığını, planlanan stratejilerin kontrolünü ve liderliğini yapar. Pazarlamanın temel amacı daha fazla ürünü, daha sık ve karlı bir şekilde satmaktır. Satışın işi ise kendilerine verilen ürünü, sorumlu olduğu bölgede, kanalda kendilerine tarif edilen müşteri adaylarına, kendilerine verilen fiyat listesi ve kampanya koşulları ile, kendilerine verilen tanıtım materyalleri ile satarak verilen hedefi tutturmaktır.  Satışın izleyeceği tüm yolu pazarlama çizer.

Çözüm Ortağımız Sayın Lütfü Pöge’den

BAĞIMSIZ DENETÇİNİZİ ATADINIZMI?

ATAMADIYSANIZ,ÇOK CİDDİ VE AĞIR YAPTIRIMLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİRSİNİZ…..


 

Bağımsız denetime olan ihtiyaç son yıllarda önemli derece de artma eğilimi göstermektedir.

Ticaretin ve ekonominin kuralları gereği, İşletme içi Oyunculara ‘’ Ortaklara, Yönetime ve Çalışanlara’’ ve  işletme dışı oyunculara’’yatırımcılara, kredi verenlere, devlete, müşterilere ve tedarikçilere’’ doğru, güvenilir, şeffaf, açık ve anlaşılır bilgileri sağlamak gerekir. Oyuncuların arasındaki ekonomik ilişkiler ve çıkar çatışmaları,  doğru,güvenilir,şeffaf,açık ve anlaşılır bilgiye olan ihtiyacın önemini ortaya koymaktadır, bu da bağımsız denetim ihtiyacını her geçen gün artırmaktadır.Bağımsız Denetim,Şirketler açısından olmazsa olmaz önemdedir

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397 inci maddesi hükmüne göre ‘’şirketlerin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi tutulması zorunlu olup, denetime tabi olacak şirketlerin hangileri olduğunun ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmiştir’’.

2016 yılı için Bakanlar Kurulu tarafından bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

 

Aktif Toplamı: 40 milyon TL üstü

Yıllık Net Satış Hasılatı: 80 milyon TL ve üstü

Çalışan Sayısı: 200 ve üstü

 

Şirketler bu üç kriterden en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları halinde izleyen hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olup, bağımsız denetim yaptırmak zorundadırlar.!!!!

Bazı şirketlerin sorduğu soru şu;

Şirketimiz yukarıda sayılan bağımsız denetime tabi tutulacak kriterlere uyduğu halde  Bağımsız denetim yaptırılmazsa müeyyidesi ne olur?.

 

Bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyideleri yine TTK nun 397/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyidesi “ şirketin Mali  tabloları ve Yönetim Kurulu faaliyet raporu düzenlenmemiş sayılır, bu da Yönetim Kurulunun ibra edilmemesi sonucunu doğurur,şirket kar dağıtamaz,sermaye arttırımı veya azaltımı yapamaz.”

 

İlk bakışta anlaşılmasa da, ekonomik karşılığı yok gibi gözükse de, aslına bakılırsa çok ciddi ve ağır bir yaptırım.

Bu çok ciddi ve ağır yaptırım ile ilgili bilgiler,muhtelif zamanlarda şirketlere açıklandığı halde ve değişik mecralarda yapılan açıklamalar yeterli olmamış olacak ki, şimdi de Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde bağımsız denetçi atamasını yapmamış şirketlere bir yazı göndererek “ eğer şirketler bağımsız denetçi atamadıysa,bağımsız denetçi ataması yapılıncaya kadar Ticaret Sicilindeki taleplerinin yerine getirilmeyeceğini”bildirmiştir.

 

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünün 03.04.2017 tarihli yazısından sonra Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde henüz 2016 yılına ait bağımsız denetçisini seçmemiş şirketlerin genel kurullarını tescil ve ilan etmemektedir. Tabii bununla birlikte şirketlerin süresi biten imza sirküleri de aynı gerekçe ile yenilenmemektedir.

 

Üçer Mali Müşavirlik olarak tavsiyemiz;şirketlerimizin çok ciddi ve ağır yaptırımlarla karşılaşmamaları için,bağımsız denetime tabi olupta bağımsız denetçi atamamış olan şirketlerin bir an önce bağımsız denetçilerini atamalarıdır.

 

Kurumlar Vergisi Oranını İndirmek Yeterli Mi?

Kurumlar vergisi oranının indirilmesi sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin gündeminde olan bir konu. Özellikle ABD seçimlerini kazanan Trump’ın seçim vaatlerinden birisinin vergi oranlarında indirim olması ve göreve başladıktan sonra da bu yönde adımlar atıyor olması, küresel vergi rekabeti açısından vergi indirimlerini tekrar gündemde ilk sıralara taşımış durumda. Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de de konu tartışılmaya başlandı.

 

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, vergi siyasi sonuçları olan hassas bir konudur ve maliye politikası araçlarından yalnızca birisidir. Bu anlamda bir ülkedeki yatırım kararlarının alınmasında dikkate alınan parametrelerden sadece birisidir. Dünyadaki global trend, dolaysız vergilerden dolaylı vergilere bir kayış sergilemektedir. Yani ülkeler hızlı ve kolay toplayacakları kaynaklar üzerinden vergi alma eğilimine girmiş durumdadır. Bu trend uzun süreden beri devam etmektedir ve adaletli olmadığı, gelir dağılımını bozduğu için de eleştirilmektedir. Kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı azaldıkça da, ülkelerin kurumlar vergisi oranını değiştirme esneklikleri de artmıştır. Bugün ülkemizde toplanan vergilerin yaklaşık 1/3’ü gelir ve kurumlar vergisinden alınırken 2/3’ü dolaylı vergilerden alınmaktadır. Kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı ise yüzde 8.9’dur.

 

Maliye politikası aracı olarak vergi oranlarında indirime gidilmesinin yatırımların teşvik edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, vergiye uyumun ve vergi gelirlerinin artırılması gibi çeşitli amaçları vardır. Ancak bu amaçlara ulaşmak için vergi oranlarında bir indirim yapılması tek başına yeterli değildir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi açısından vergi önemli bir kriterdir ancak literatürde yapılan çalışmalar vergi oranlarının ilk başta dikkate alınan ölçü olmadığını ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, yatırımların (özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının) piyasalara ve kar imkanlarına izin veren, güvenilir, öngörülebilir ve ayırımcı olmayan bir hukuk sistemi ile iyi işleyen idari bürokrasinin olduğu, makro ekonomik ve siyasi istikrarın bulunduğu, nitelikli işgücünün bol olduğu, gelişmiş bir altyapı sunan ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Söz konusu bu parametreler açısından aynı düzeyde olan ülkeler artık vergi gibi ikincil seviyedeki ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yasal vergi oranının indirilmesi de tek başına çok şey ifade etmemektedir. Zira çoğu zaman yatırım kararlarında etkili olan vergisel kriter ağırlıklı ortalama vergi yükü olmakta; bu nedenle vergi teşvikleri, vergi mevzuatının sağladığı indirim ve istisnalar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla salt kurumlar vergisi indirimi yoluyla yabancı sermayenin girişinin hızlanacağı ve yatırımların artacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Nitekim bugün en fazla yabancı sermaye çeken ABD, Almanya gibi ülkelerde kurumlar vergisi oranı Türkiye’den çok daha yüksektir (AB ortalaması yüzde 21.5, OECD ortalaması yüzde 24.75, dünya ortalaması yüzde 24.26).

 

Konuya vergi gelirleri ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele açısından da bakmak gerekir. Ülkemizde, kurumlar vergisi oranı 1960 ile 1967 yılları arasında yüzde 20 iken, 1980’de yüzde 50 olmuştur. 1986’dan sonra ise sürekli gerileyerek 1995’te yüzde 44, 2000 yılında yüzde 30 olmuştur. 2000 ile 2003 yılları arasında kurumlar vergisinin yüzde 30 oranına ek olarak bu oranın yüzde 10’u kadar fon payı da alınmaktaydı ve kurumlar vergisinin fiili oranı aslında yüzde 33’tü. 2005 yılında fon payı kaldırıldı ve oran yüzde 20’ye düştü. Kurumlar vergisi oranındaki bu düşüşe rağmen, toplam vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin oranı 1990’dan beri yüzde 8- yüzde 10 arasında değişmektedir. Diğer bir ifadeyle oranlar düşerken vergi gelirleri içindeki beklenen artış sağlanamamıştır. Oranlardaki bu indirimin kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisi üzerine sayısal bir çalışmaya ben rastlamadım ama bu etkinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde kayıt dışılığa yol açan faktörler arasında kurumlar vergisi oranından ziyade istihdam üzerindeki vergisel yükümlülüklerle dolaylı vergi oranlarındaki yükseklik daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla kurumlar vergisi oranından ziyade bu vergilerde indirim yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak, yatırımların artırılması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için küresel vergi rekabetinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve Türkiye de bu gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ancak, yatırım ortamının iyileştirilmesi için Türkiye’nin kurumlar vergisi oranının indirilmesinden önce yapması gereken daha önemli işler vardır. Türkiye, yukarıda bahsettiğim birincil kriterler konusundaki ödevlerini iyi yapmalı ve yatırımcılara güven ortamını sağlamalıdır. Bunun için de her şeyden önce iyi işleyen ve adil bir hukuk sistemini tesis etmeli, uluslararası imajını yeniden iyileştirmelidir. Artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiştir ve 2002 yılından sonra yakaladığı ivmeyi hikayeyi yeniden yazarak sağlamalıdır.

Gelir Ve Kurumlar Vergisi Birleşiyor !!

Başlığı okuyanların bir çoğu doğal olarak “bu iyi bir haber mi yoksa kötü bir haber mi” diye düşünmüşlerdir. Gelir vergisi mükelleflerinin artan oranlı tarifeye göre vergi ödedikleri bilindiğine göre bu onlar için iyi bir haber diyebiliriz. Dünya ülkeleri kendilerine daha fazla yatırımcı çekebilmek için gelir ve kurumlar vergilerini birleştirmektedir. Hatta bu iki vergiyi bütünüyle birbirine eşitlemektedir. Böylece gerçekte şirket olma kapasitesi olmayan ancak artan oranlı vergi ödemek istemediği için şirket kuran mükelleflerinde önlenmesi mümkün olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının birleşiminde klasik bir hata olan madde sayısını azaltmak için eski kanunda 3 madde de düzenlenen bir hususu tek bir maddenin altına aynen yazma yoluna gidilmemesi gerekir. Maddelerin anlaşılabilir olması, sade bir dille yazılması uygulamada karşılaşılan pek çok sorunun önceden çözümlenmesi anlamına gelecektir. Mükellefler ise mevzuatla uğraşmak yerine daha çok işleriyle ilgilenecekler ve ülke ekonomisine katkı sağlayacaklardır. İç içe geçen karmakarışık vergi mevzuatı hatalara neden olmakta ve vergi idaresi ile vergi mükelleflerinin mahkemelere kadar uzanan anlaşmazlıklarına neden olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisinin konusunu aynı şey oluşturmaktadır. İkisi de gelir üzerinden alınan vergilerdir. Biri şahısların (gerçek kişilerin) gelirlerinden alınırken diğeri şirketlerin gelirleri üzerinden alınmaktadır. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi oranı yüzde 20 iken gerçek kişilerin gelirlerinden alınan vergi yüzde 15’ten başlayıp yüzde 35’e kadar çıkmaktadır. Sırf şirket kurmadı diyerek bir şahıstan yüksek vergi almak vergi adaleti açısından ne kadar sağlıklıdır o ayrı bir konuyu oluşturmaktadır.
Ancak gelir vergisi kanunu ile kurumlar vergisi kanunu birbirlerine atıfta bulunmakla beraber ayrı ayrı kanunlardır. Birinde olan indirim veya istisna bir diğerinde olmayabilmektedir. Bu durum vergilerin anlamsız yere ayrışmasına da neden olmaktadır. Bunun yerine gelir ve kurumlar vergisi kanunun birleştirilmesi ve uygulama farklılıklarını gidermesi çok olumlu olacaktır. Maliye Bakanımız gelir ve kurumlar vergisinin birleştirilmesi konusunda azim ve kararlılık göstermektedir. Aynı zamanda Katma Değer Vergisi Kanunu’nun revize edilmesine çalışmaktadır. Vergi sistemimizin günümüzün teknolojik ve ekonomik gelişmelerini kapsayacak şekilde modernleştirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda bürokrasinin azaltılması da önemlidir. Dünyanın en karmaşık vergi mevzuatına sahip olmakla övünmek yerine sistemimizi modern ve basit bir hale getirmemiz zorunludur.
Mükellefe elektronik sistem üzerinden e-borcu yok yazısı verirken aynı zamanda istediği mahsup işlemini görmeyip tüm hesaplarına e-haciz uygulamak doğru olmamaktadır. Sistemimiz elektronik uygulamalarla daha hız kazanmasına rağmen Maliye bakanlığı mutlaka bu elektronik uygulamaları bütünsel bir yaklaşımla mükellef odaklı olarak gözden geçirmelidir. Kağıt ortamında bürokrasiyi azaltalım derken e-bürokrasi meydana getirmeyelim.

Bayram Tatili Dönüşü Ceza Ödemeyin

 

Bakanlar Kurulu Kararı ile bayram tatilinin 10 gün olacağı açıklandı. Bu tatil süresince beyan, vergi, çalışma anlamında sorumluluklarımızı atlamamak için küçük bir hatırlatma yapmak istedik. Bir yandan cezalarla karşılaşmamak adına sorumlulukları hatırlatırken, diğer yandan idari tatilde kim ne kadar tatil yapacak, yıllık izin mi kullanılacak sorularına da cevap arayacağız.

Tatil Günleri

2429 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’da belirtildiği üzere resmi bayram günleri (resmi ve dini bayram günleri ile yılbaşı günü, 1 Mayıs günü ve 15 Temmuz günü genel tatil günleridir) resmi daire ve kuruluşlar tatil edilir.

4857 Sayılı İş Kanunu’na göre ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışılması için işçinin onayı gereklidir. Yine aynı Kanun’da genel tatil günlerinde (kanunlarda ulusal bayram ve genel tatil günü olarak kabul edilen günler) bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücretinin tam olarak ödeneceği belirtilmiştir. Tatil yapmayarak çalışıldığında ise ayrıca çalışılan her gün için bir günlük ücret ödenir.

Buradan da anlaşılacağı üzere, resmi daireler resmi tatil günleri boyunca kapanmakla birlikte özel işyerleri sadece 29 Ekim tarihinde kapalı olmak zorunda. Diğer tatil günlerinde ise işçinin çalıştırılabilmesi için işçinin rızası alınmak zorunda ve bu çalışma için ek ücret ödenmesi gerekmektedir.

 

İdari Tatil

Ulusal bayram ve genel tatil günleri hafta içine denk gelip de hafta sonuyla birleştirilebilme ihtimali olduğunda, akıllara hep “tatil kaç gün olacak?” sorusu gelir. Bakanlar Kurulu Kararı’nın yayımlanıp yürürlüğe girmesiyle tatil ilan edilen günler “idari tatil” günleri olup bu günler boyunca kamu kurumunda çalışan personel izinli sayılır; bununla birlikte işlerin yürüyebilmesi için minimum seviyede nöbetçi personel bulundurulur.

Özel işyerleri ise idari tatil kapsamı dışında kalmaktadır. Özel işyerleri için idari tatil konusunda mevzuatta düzenleme bulunmadığından özel iş yerlerinin çalışması devam etmektedir.
Yıllık İzin Kullanımı

Ulusal bayram ve genel tatil günlerini yıllık izin ile birleştirerek tatil yapmayı tercih edenler de olabilir. Bu durumda genel tatil ve hafta sonu dışında kalan günler yıllık izin olarak kullanılabilir. İdari tatil ilan edildiğinde de özel sektörde çalışanlar bu günlerde çalışmayarak tatil yapmak isterlerse yıllık izin kullanabilirler.

 

Bu Bayramda Hangi Günler Resmi Tatil?

Bu bayram 30 Ağustos ile aynı haftaya denk geldi. Buna göre tatil günleri aşağıdaki gibidir:

30 Ağustos resmi tatil,

31 Ağustos arife, yarım gün tatil 1-2-3-4 Eylül Kurban Bayramı tatili

Dolayısıyla bu günlerin dışındaki çalışma günleri için yıllık izin kullanılabilir.
İdari Tatilde Neden Ceza Riski Var?

İdari tatillerde kamu kurumları işlerin yürüyebilmesi için minimum miktarda memuru nöbetçi olarak bırakmakta ve kurumlar bu günlerde hizmet vermektedir. Dolayısıyla son beyan veya ödeme günleri idari tatil günlerine denk gelen işlemler için süre uzatımı –ayrıca bir düzenleme yapılmadığı sürece- mümkün olamayacaktır. Nasılsa idari tatilden sonraya sarkıyor diye düşünürseniz tatil dönüşü kötü bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.
Örnek verecek olursak:

KDV, Muhtasar, Damga Vergisi gibi son ödeme günü 26 Ağustosa denk gelen ödemeler, hafta sonu geçtikten sonra en geç 28 Ağustos Pazartesi günü ödenmelidir.

Son ödeme tarihi 31 Ağustos olan SGK ödemeleri de en geç 31 Ağustosta ödenmelidir.

Son beyan tarihi 31 Ağustos olan Form BA ve Form BS bildirimleri yine bu tarihte yapılmalıdır.

Son gönderim tarihi 31 Ağustos olan e-Defter gönderimleri yine bu tarihte yapılmalıdır.

Yapılandırma borçları, diğer SGK ödemleri, bu tarihlere denk gelen diğer beyanlar, belirli süre içinde yapılması gereken bildirimlerden bu tarihlere denk gelen işlemlerde idari tatili göz ardı ederek son işlem günlerini kaçırmamaya dikkat edilmelidir.

Sonuç Olarak…

Tatil dönüşü ceza sürpriziyle karşılaşmamak için:

Son işlem tarihleri 26-27 Ağustos’a denk geldiği için ilk iş gününe sarkan işlemlerin 28 Ağustos’ta,

Son işlem tarihleri 28-29 Ağustos’a denk gelen işlemlerin ilgili günlerinde,

Son işlem tarihleri 30 Ağustos’a denk geldiğinden ilk iş gününe sarkan işlemlerin 31 Ağustos’ta,

Son işlem tarihleri 31 Ağustos’a denk gelen işlemlerin 31 Ağustos’ta,

​Son işlem tarihleri 1-4 Eylül’e denk geldiği için ilk iş gününe sarkan işlemlerin de 5 Eylül’de,

tamamlanması gerekmektedir.

Resmi tatil günleri dışında, özel sektörde izin kullanmak isteyen personel yıllık izin talebinde bulunarak bayram tatilini 10 veya daha fazla gün olarak değerlendirebilir.

Bağımsız Denetim Yaptırmayanlara Ticaret Sicil Engeli!

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397 inci maddesi hükmüne göre şirketlerin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi tutulması zorunlu olup, denetime tabi olacak şirketlerin hangileri olduğunun ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmiştir. 2016 yılı için Bakanlar Kurulu tarafından bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

Aktif Toplamı: 40 milyon TL üstü
Yıllık Net Satış Hasılatı: 80 milyon TL ve üstü
Çalışan Sayısı: 200 ve üstü

Şirketler bu üç kriterden en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları halinde izleyen hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olup, bağımsız denetim yaptırmak zorundadırlar.

Kanunun emredici hükmü bu bağımsız denetim yaptırılmak zorunda!

Peki ama yaptırılmazsa ne olur? Şirketler hala bu soruyu soruyor.

Bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyideleri yine TTK nun 397/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyidesi “ finansal tablolar ile yönetim kurulu faaliyet raporu düzenlenmemiş hükmündedir.” İlk bakışta anlaşılmasa da, ekonomik karşılığı yok gibi gözükse de, aslına bakılırsa çok ciddi ve ağır bir yaptırım.

Kamu Gözetim Kurumu bu ciddi ve ağır yaptırımı anlatabilmek ve uygulayabilmek için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine göndermiş olduğu yazıda, “ finansal tabloların ve yönetim kurulu faaliyet raporunun yok hükmünde olması nedeniyle başta TTK ve diğer mevzuat hükümleri kapsamında yapılacak işlemlerin gerçekleştirilemeyeceğini” bildirmiştir. Bu gerçekleştirilemeyecek işlemlerden bazıları, finansal tabloların görüşülmesi, ibra edilmesi, kar dağıtımı, sermaye artırımı- azaltımı, vergi beyannamelerine ek olarak sunulması, bankalara kredi dökümanı olarak sunulması, YMM ve SMMM ler tarafından onaylanması olarak sayılabilir. Bu ağır yaptırım ve değişik mecralarda yapılan açıklamalar yeterli olmamış olacak ki, şimdi de Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde bağımsız denetçi atamasını yapmamış şirketlere bir yazı göndererek “ bağımsız denetçi ataması yapılıncaya kadar Ticaret Sicilindeki taleplerinin yerine getirilmeyeceğini”bildirmiştir.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü nün 03.04.2017 tarihli yazısından sonra Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde henüz 2016 yılına ait bağımsız denetçisini seçmemiş şirketlerin genel kurullarını tescil ve ilan etmemektedir. Tabii bununla birlikte süresi biten imza sirküleri de aynı gerekçe ile yenilenmemektedir.

Dolayısıyla Ticaret Sicil Müdürlüklerinin bu net ve kesin tavrı, bağımsız denetime tabi olupta bağımsız denetçi atamamış şirketlerin işlemlerinin bir süre aksamasına neden olacak gibi gözükse de aslında bunun sonucunda, zorunluluk kapsamında olan tüm şirketlerin bağımsız denetçilerini atamak zorunda kalacakları düşünülmektedir

Çözüm Ortağımız Sayın Emin Gemici’den

Türk İş Dünyasının değerli mensupları;

Dünyanın ve Türkiye’mizin içinde bulunduğu ekonomik konjonktür de sizlerin ne denli stresli bir ortamda olduğunuzu bizzat bu ortamı yaşayan biri olarak çok iyi tahmin edebiliyorum.

Bu cümleden hareketle; bin bir güçlük ve çaba ile yoktan var ettiğimiz ekonomik değerlerinizin, ne tür risklere muhatap olabileceği ve bu risklerin gerçekleşmesi halinde uzun yıllar içinde var ettiğiniz değerlerin bir anda yok olma ihtimali, yoğun gündem içerisinde birçok yöneticimizin ve de vatandaşlarımızın dikkatinden kaçmakta olduğunu düşünmekteyim. Bu düşüncemi destekleyen çok yakın geçmişte İstanbul kentimizde yaşanan (yağmur-dolu) doğal afettir.

Bu afetten zarar gören ve değerlerini sigorta ettirmiş kişi ve kurumlar zararlarını tazmin edeceklerdir, ama sigortayı lüzumsuz bir harcama kalemi gibi gören kişi ve kuruluşlar yukarıdaki paragrafta belirttiğim gibi uzun emek ve çabalar sonucu elde ettikleri ekonomik değerleri bir saatlik bir yağmur ve fırtınada kaybetmişlerdir.

Sigorta; bir ülkenin, bir şehrin ekonomik kalkınmışlığının en önemli kriterlerinden biridir. Neden böyle düşünüyorum? Çünkü bireylerin ve kurumların mülkiyetinde olan her değer milli servettir. Milli servetlerin olası risklere karşı koruma altına alınması, bir başka deyişle sigortalanması ekonomik proseslerde kesintinin yaşanması tehlikesini bertaraf edecektir.

Şöyle örneklemek isterim; Ahmet Bey ve Oğulları; uzun yıllar çabaları sonucu yıllık 100.000.000.- TL ciro yapan ve aktif değerleri 30.000.000.- TL olan bir fabrikaya sahipler ve fabrikada 250 kişi çalışmakta. Allah korusun fabrika yandı kül oldu geride hiçbir şey kalmadı.

Sizce ekonomik kayıp sadece 30.000.000.- TL değerindeki fabrika mıdır? Ahmet Bey ve oğulları ne yapalım nasipte buda varmış cana gelmesin mala gelsin çalışıp yeniden kurarız fabrikayı diyebilirler mi? Bu davranış basiretli bir davranış örneğimi dir?

Fabrika da çalışan 250 kişi, onların sorumluluğunda olan bireyler, fabrikanın müşterileri, malzeme temin ettikleri tedarikçileri, üretim kayıpları nedeniyle ödenmeyecek vergiler ve ssk primleri;  devletin vergi kaybı. Bu kayıpları daha da uzatmak mümkün, hal böyle iken milli servet olan değerleri sigorta ettirmemek,

Sigortaya ödenen paranın lüzumsuz bir harcama olduğunu düşünmek!

İşletme yönetimi ve yöneticileri için basiretli bir iş adamı gibi davranış örneği  olabilir mi?

Malum olduğu üzere Türk ticaret kanunumuzda “basiretli bir iş adam gibi” düşünüp hareket etmekten söz edilmektedir; hatta 361. Madde de “yönetim kurulu üyelerinin görevlerini yaparken kusurlarıyla şirkete verebilecekleri zarar,  şirket sermayesinin %25’ini aşan bir bedelle sigorta ettirilmiş ve bu suretle şirket teminat altına alınmışsa…. Kurumsal yönetim ilkelerine uygunluk değerlendirilmesinde dikkate alınır” ifadesi yer almaktadır.

Bir çok kurumsal şirket sigortalarını yaptırmakta bunu biliyorum.

Onlara naçizane tavsiyelerim olacak;

Özellikle;
.Komşu mali sorumluluk;
.Üçüncü şahıs mali sorumluluk;
.İşveren mali sorumluluk teminatlarını mutlaka almalarını tavsiye ediyorum.
.Poliçelerinde temeller mutlaka belirtilmeli, tescilli model kalıplar mutlaka belirtilmeli,
.Poliçelerdeki sigorta bedeli ile sigorta değerinin farklı olması ihtimaline karşı, mutlaka mutabakatlı kıymet esası ile sigorta yaptırmaları önemlidir.
.BZira bir hasar durumunda eksik veya aşkın sigorta sıkıntısı bu durumda yaşanmayacaktır.

Poliçenizde muafiyet ve/veya müşterek sigorta uygulamasına dikkat ediniz.

Bazı sigorta poliçeleri müşterek sigorta (sigorta bedelinin poliçede belirtilen belli bir yüzdesinin sigortalı üzerinde kalması ve meydana gelecek hasarlarda sigortalının bu oranla hasara iştirak etmesi kaydıyla sigortalıyla müşterek olarak yapılması) ve/veya muafiyet (hasarın, poliçede önceden belirtilmiş, sigorta bedeli üzerinden bulunacak bir oranda veya tutarda sigorta şirketi tarafından tazmin edilmeyeceği) uygulamaları bulunmaktadır.  Müşterek sigorta ve muafiyet uygulamalarında sigortalının ödeyeceği prim tutarından indirim yapılmaktadır. Dolayısıyla, sigortalının poliçenin düzenlenmesi aşamasında ödeyeceği prim tutarını ve sonrasında hasar anında alacağı tazminat miktarını etkileyecek muafiyet ve müşterek sigorta uygulamalarının avantaj ve dezavantajlarını bilmesi büyük önem taşımaktadır.

Muafiyetin sigorta bedeli üzerinden değil hasar bedeli üzerinden hesaplanması önemli bir husustur.

Kafaları çok karıştırmadan bu sayı için kâfi diyelim ve hepinize kazasız belasız, sağlık, huzur ve bol kazançlı günler dileyerek sonsuz saygı ve selamlarımı arz ederim.