Kurumlar Vergisi Oranını İndirmek Yeterli Mi?

Kurumlar vergisi oranının indirilmesi sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin gündeminde olan bir konu. Özellikle ABD seçimlerini kazanan Trump’ın seçim vaatlerinden birisinin vergi oranlarında indirim olması ve göreve başladıktan sonra da bu yönde adımlar atıyor olması, küresel vergi rekabeti açısından vergi indirimlerini tekrar gündemde ilk sıralara taşımış durumda. Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de de konu tartışılmaya başlandı.

 

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, vergi siyasi sonuçları olan hassas bir konudur ve maliye politikası araçlarından yalnızca birisidir. Bu anlamda bir ülkedeki yatırım kararlarının alınmasında dikkate alınan parametrelerden sadece birisidir. Dünyadaki global trend, dolaysız vergilerden dolaylı vergilere bir kayış sergilemektedir. Yani ülkeler hızlı ve kolay toplayacakları kaynaklar üzerinden vergi alma eğilimine girmiş durumdadır. Bu trend uzun süreden beri devam etmektedir ve adaletli olmadığı, gelir dağılımını bozduğu için de eleştirilmektedir. Kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı azaldıkça da, ülkelerin kurumlar vergisi oranını değiştirme esneklikleri de artmıştır. Bugün ülkemizde toplanan vergilerin yaklaşık 1/3’ü gelir ve kurumlar vergisinden alınırken 2/3’ü dolaylı vergilerden alınmaktadır. Kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı ise yüzde 8.9’dur.

 

Maliye politikası aracı olarak vergi oranlarında indirime gidilmesinin yatırımların teşvik edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, vergiye uyumun ve vergi gelirlerinin artırılması gibi çeşitli amaçları vardır. Ancak bu amaçlara ulaşmak için vergi oranlarında bir indirim yapılması tek başına yeterli değildir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi açısından vergi önemli bir kriterdir ancak literatürde yapılan çalışmalar vergi oranlarının ilk başta dikkate alınan ölçü olmadığını ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, yatırımların (özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının) piyasalara ve kar imkanlarına izin veren, güvenilir, öngörülebilir ve ayırımcı olmayan bir hukuk sistemi ile iyi işleyen idari bürokrasinin olduğu, makro ekonomik ve siyasi istikrarın bulunduğu, nitelikli işgücünün bol olduğu, gelişmiş bir altyapı sunan ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Söz konusu bu parametreler açısından aynı düzeyde olan ülkeler artık vergi gibi ikincil seviyedeki ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yasal vergi oranının indirilmesi de tek başına çok şey ifade etmemektedir. Zira çoğu zaman yatırım kararlarında etkili olan vergisel kriter ağırlıklı ortalama vergi yükü olmakta; bu nedenle vergi teşvikleri, vergi mevzuatının sağladığı indirim ve istisnalar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla salt kurumlar vergisi indirimi yoluyla yabancı sermayenin girişinin hızlanacağı ve yatırımların artacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Nitekim bugün en fazla yabancı sermaye çeken ABD, Almanya gibi ülkelerde kurumlar vergisi oranı Türkiye’den çok daha yüksektir (AB ortalaması yüzde 21.5, OECD ortalaması yüzde 24.75, dünya ortalaması yüzde 24.26).

 

Konuya vergi gelirleri ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele açısından da bakmak gerekir. Ülkemizde, kurumlar vergisi oranı 1960 ile 1967 yılları arasında yüzde 20 iken, 1980’de yüzde 50 olmuştur. 1986’dan sonra ise sürekli gerileyerek 1995’te yüzde 44, 2000 yılında yüzde 30 olmuştur. 2000 ile 2003 yılları arasında kurumlar vergisinin yüzde 30 oranına ek olarak bu oranın yüzde 10’u kadar fon payı da alınmaktaydı ve kurumlar vergisinin fiili oranı aslında yüzde 33’tü. 2005 yılında fon payı kaldırıldı ve oran yüzde 20’ye düştü. Kurumlar vergisi oranındaki bu düşüşe rağmen, toplam vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin oranı 1990’dan beri yüzde 8- yüzde 10 arasında değişmektedir. Diğer bir ifadeyle oranlar düşerken vergi gelirleri içindeki beklenen artış sağlanamamıştır. Oranlardaki bu indirimin kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisi üzerine sayısal bir çalışmaya ben rastlamadım ama bu etkinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde kayıt dışılığa yol açan faktörler arasında kurumlar vergisi oranından ziyade istihdam üzerindeki vergisel yükümlülüklerle dolaylı vergi oranlarındaki yükseklik daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla kurumlar vergisi oranından ziyade bu vergilerde indirim yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak, yatırımların artırılması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için küresel vergi rekabetinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve Türkiye de bu gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ancak, yatırım ortamının iyileştirilmesi için Türkiye’nin kurumlar vergisi oranının indirilmesinden önce yapması gereken daha önemli işler vardır. Türkiye, yukarıda bahsettiğim birincil kriterler konusundaki ödevlerini iyi yapmalı ve yatırımcılara güven ortamını sağlamalıdır. Bunun için de her şeyden önce iyi işleyen ve adil bir hukuk sistemini tesis etmeli, uluslararası imajını yeniden iyileştirmelidir. Artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiştir ve 2002 yılından sonra yakaladığı ivmeyi hikayeyi yeniden yazarak sağlamalıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir