MARİFET RİSKİ SEVMEK DEĞİL YÖNETMEK

Büyümesini tasarruf ve üretime değil, borçlanma ve tüketime dayalı bir model içinde sürdürmeye endekslenmiş görünen ekonomimizde hem kamu kesiminde, hem de özel kesimde riskler birikiyor. Öyle ki, öteden beri vurguladığımız ve sadece ekonomik kararlara değil toplumsal olarak davranışlarımıza ve reflekslerimize de egemen olan “kısa vade tutsaklığı”ndan kurtulma hayallerimizden görünür gelecek için vazgeçmemiz gerektiği anlaşılıyor. Ekonomik yapımızın ve büyüme modelimizin uzunca bir süre için değişmez özelliği haline gelen cari açığa artık giderek büyüyen bütçe açığının eklenmiş olması, uluslararası değerlendirmelerde bizim için epeydir kullanılmakta olan “kırılgan ekonomi” tanımının da haklılığını tescil etmiş durumda. İkiz açığa ilave olarak ekonomiyi canlı tutmak için körüklenen kredi artışlarının mevduatla karşılanamayan bölümü için bankaların dış finansman arayışı, hem Hazine’nin, hem de özel kesimin borçlarının artmasına, bu da herkesin ittifakla (!) öfke duyduğu faizlerdeki yükselme eğiliminin devam etmesine yol açıyor. Dış borçlanma açısından durum daha hassas; yüksek faize rağmen yabancı fonlar üzerinde FED kaynaklı stres devam ederken giderek vadesi kısalan dış borçların önümüzdeki yıl servis ödemeleri, 2018 cari açığının finansmanı ile birlikte 200 milyar doları aşan yabancı kaynak bulunmasını gerektiriyor. Bu baskının kur ve faiz düzeyleri politikaları açısından fazla bir manevra alanı bırakmayacağı açık. Bu ekonomik görünüme, vize krizi ile doruğa ulaşan iç hukuk tartışmaları ile güney sınırlarımızdaki jeopolitik kaos da eklenince ülkenin risk primi daha da yükseliyor. Sonuç olarak sadece ekonomik değil diplomatik esnekliğimiz de zayıflamış olarak kıtlaşacak dış kaynağı pahalı maliyetle bulacağımız bir dönem bekliyor bizi.

Yeni bütçe ve artan açık
Aslında risklerle yaşamayı o kadar kanıksamış durumdayız ki, hiçbir gelişme bizi şaşırtmıyor. Korkutucu olan da bu. Risk duyarlığımız azaldığı için, yatırımcıları kaygılandıran ve tereddütte sevkeden zayıflıklarımızı yeterince önemsemiyoruz; onları düzeltmek için gösterdiğimiz sistematik çaba sınırlı kalıyor. Zaten şirketlerimiz de, bazı istisnalar dışında, yabancılarla ortaklık girişimlerinde en büyük avantajları olarak fazla tekin görülmeyen üçüncü ülke pazarlarında “risk alma“ kabiliyetlerini vurguluyor. Neredeyse risk sever imajından hoşlanıyor gibiyiz yani. Ne var ki bizim normal gibi algıladığımız riskler, küresel şirketlerin “öngörülebilir ve hesaplanabilir” risk anlayışını aşan olağandışı riskler. Geçenlerde konuşmacı olarak katıldığım bir risk yönetimi konferansında küresel çaptaki bir araştırma sonucunda belirlenen en büyük on riskin ancak yarısının bizim şirketlerin gündeminde yer alabildiğini uzun yöneticilik ve danışmanlık deneyimimle biliyorum. Ayrıca zihinsel kodlarımız riskleri ancak gerçekleştikten sonra algılamaya, tabir caizse bela başımıza geldikten sonra onu yönetmeye, daha doğrusu telafi etmeye eğilimli. Dolayısıyla risk yönetimi stratejilerinde de, başta dışa bağımlı ekonomik yapımızdan kaynaklananlar olmak üzere, geliştirmemiz gereken yönler var. Ancak bu konunun ayrıntılarını başka bir yazıda irdelemek daha isabetli olacak.

Başta bütçe ve orta vadeli program (OVP) olmak üzere genel ekonomi ile ilgili dokümanlar konusunda toplumsal duyarlılığımız ise çok daha zayıf. Ne bunların içeriği ile yeterince ilgileniyoruz, ne de uygulama sonuçlarını ,hedeflerden ne ölçüde sapıldığını umursuyoruz. OVP ile ilgili düşüncelerimizi ve gerçekleşme şansı hakkındaki kaygılarımızı bir önceki yazımızda özetlemiştik. Şimdi de Maliye Bakanı’nın 2017 bütçe gerçekleşmeleri ile 2018 Bütçe Tasarısı’na ilişkin açıklamalarına göz atalım. 2016’ya göre iki kattan fazla artış ile 47.5 milyar TL olarak öngörülen 2017 bütçe açığı, dokuzuncu ay sonunda 31.6 milyar TL’na ulaştı. (2016’daki 12 milyar TL’ye göre yüzde 163 artış) Yıl sonu hedefinin aşılacağı belli, nitekim bakan yeni açıklanan OVP ile 2017 bütçe açığının 61 milyar TL’na revize edildiğini belirtmiş. Son Torba Yasa Tasarısı ile getirilen vergi artışlarının da etkisiyle yaklaşık 600 milyar TL gibi yüksek bir düzeyde öngörülen vergi gelirlerine rağmen 2018 bütçesinde hedeflenen açık ise 65.9 milyar TL. Bu arada sıkça sözünü ettiğimiz hazine garantilerinin getireceği ilk yükler de yeni bütçeye konmuş; ulaştırma projeleri için 3.6 milyar TL, şehir hastaneleri için 2.6 milyar TL, KGF kefalet ödemeleri için 3 milyar TL. Tabii projeler tamamlandıkça bu bedellerin çok daha artacağı, bu nedenle yeni revizyonların gerekeceği kuvvetle muhtemel.

Savunma ve güvenlik için 18.7 milyar TL, Ar-Ge harcamaları için 5 milyar TL ödenek ayrılmış. Sosyal yardımlar için 50.8, reel sektöre nakit destek olarak 37, işveren sigorta primlerinin devletçe üstlenilen bölümü için 20 milyar TL ödeme öngörülmüş. Faiz dışı fazlanın 5.8 milyar TL olarak öngörülmesi de OVP’de gözlenen büyük düşüşü ( yani milli gelirin ancak yüzde 0.2’si düzeyinde bir fazlayı, program tanımlı olarak faiz dışı açığı) doğruluyor. Bu gidişle artık faiz dışı fazla çıpasını da unutmak zorunda kalacağız.

Vergide ve borçlanmada sürprizler
Sürpriz vergi paketini, özellikle MTV artışını kısmen geri çekmek için kurumlar vergisinde yapılan 2 puanlık artışı açıklarken evvelce bu vergide stratejik amaçlı indirim sinyalini vermiş olan Bakan’ın “artışın mecburen yapıldığını, imkân bulunursa yine indirileceğini” söylemesi, kamu finansmanında darboğaza girildiğinin kabulü yönüyle anlamlı. Bu arada genelde başlıca yapısal faktörlerden biri olarak bilinen vergi sisteminin böyle ani değişikliklerle konjonktürel bir yazboz tahtasına dönüştürülmesinin de zaten son zamanlarda büyük düşüş gösteren güven endekslerini olumlu etkilemeyeceğini unutmayalım.

Son olarak torba tasarısının 37 milyar TL’lik ek borçlanma yetkisi isteyen maddesi dikkat çekiyor. Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a göre bütçe açığının ancak yüzde 10’u aşılarak borçlanma yapılabilmesi mümkün iken daha eylül ayında bu limitin çok üstünde, hatta revize edildiği söylenen yılsonu açığı da aşacak ölçüde 70.5 milyar TL borçlanma yapmış olması, hukuki sorun bir yana, hükümetin de gelecek ile ilgili kaygılarının arttığına ve yeni açıkladığı OVP’de esas aldığı varsayımları kuşkulu bulduğuna işaret edebilir. Hele risk yönetimini, ancak riskler gerçekleştikten sonra akıl ettiğimiz düşünülürse!..

Adnan NAS

Vergi mükellef sayısı arttı

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı vergi mükellefi verilerinden derlenen bilgiye göre, gelir stopaj, gayri menkul sermaye iradı (GMSİ), basit usul, kurumlar ve katma değer vergisi faal mükellef sayısı 10 milyon 180 bin 466 olarak belirlendi.

Mükellef sayısında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 3,1 artış yaşandı.

Türkiye’deki faal mükellef sayısı şu şekilde:
2015 2016 2016
Haziran         Mayıs       Haziran
————- ——— ——— ———
Gelir vergisi  1.815.003   1.811.487     1.815.201
Gelir stopaj  2.518.679    2.581.192    2.586.912
G.M.S.İ         1.697.556    1.832.163    1.825.614
Basit usul    743.745        759.989        760.289
Kurumlar    685.368       713.482         715.135
KDV             2.414.562     2.472.165     2.477.315
Toplam:      9.874.913     10.170.478   10.180.466

Dağıtılmayan Kârların Vergilendirilmesinde Matrah Sorunu

Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın basına yansıyan açıklamalarını takip ettik. Vergi alanında pek çok değişikliğin sinyalini veren açıklamaların ardından yayınlanan kanun tasarısında bu değişikliklerin detaylarını inceleme şansı bulduk. Söz konusu değişikliklerden biri de şirketlerin dağıtılmayan kârlarının vergilendirilmesine yönelik. Bakan Ağbal yaptığı açıklamada, şirketlerin dağıtılmamış karlarından %1 oranında vergi alınacağını belirtmişti. Kanun tasarısında bu oran belirtilmemekle birlikte, söz konusu verginin kapsamı aşağıdaki şekilde oluşturulmuş durumda:

• İlgili yılın kârı, kurumlar vergisi beyannamesinin verildiği ayı izleyen ikinci ayın sonuna kadar dağıtılmazsa veya sermayeye ilave edilmezse tevkifata tabi tutulacak. Normal hesap dönemine tabi şirketler beyannamelerini nisan ayında veriyor. Bu durumda haziran sonuna kadar vergi sonrası kar dağıtılmazsa veya sermayeye ilave edilmezse bu madde kapsamında tevkifat uygulanması gerekecek. Maddede özel bir hüküm bulunmasa da, şirketin geçmiş yıl zararları bulunması durumunda, dağıtılabilir karın hesaplanmasında dikkate alınması gerekir.

• Tevkifat yapılan karların sonradan dağıtıma konu edilmesi ve bu dağıtımın tevkifata tabi olması halinde, daha önce ödenen tevkifatın dağıtılan kâr üzerinden tahakkuk eden vergiden mahsubu öngörülüyor.

• Tevfikat yapılan ancak dağıtımı tevkifata tabi olmayan kârlara ilişkin (örneğin, tam mükellef bir kurumdan bir başka tam mükellef kuruma kâr dağıtımı), sonradan kâr dağıtımı yapılırsa veya kar sermayeye ilave edilirse, ödenmiş olan tevkifatın iadesi söz konusu olabilecek. Bu noktada bu tür şirketler için bir istisna hükmü getirilmesi düşünülebilir.

• Madde metninde ilgili hesap dönemine ait kâra atıf yapıldığı için 2017 itibarı ile bilançoda yer alan ve dağıtıma konu edilmemiş geçmiş yıl kârlarına herhangi bir tevkifat uygulanmayacak şeklinde bir anlam çıkarılıyor.

İlgili maddenin gerekçesinde, söz konusu vergi uygulamasının amacının kârların sermayeye ilavesini teşvik etmek olduğu belirtilmişse de bu tür bir vergilemenin şirketlerden fon çıkışını hızlandırma ihtimali bir risk olarak dikkate alınmalıdır. Zira, vergi kanunlarımızda aynı amaca yönelik bir takım istisnalar yer almakta ve bu yönüyle dağıtılmayan kârların vergilendirilmesi mevcut uygulamalarla çelişmektedir.

Burada asıl dikkat çekmek istediğimiz husus ise vergi hukuku açısından bu tür bir vergilemede karşılaşılabilecek bazı sorunlar.

Sorunun kaynağını esas itibarı ile verginin matrahı oluşturuyor. Matrah, vergi konusunun verginin hesaplanmasında esas alınan değeri veya miktarı olarak tanımlanabilir. Dağıtılmayan kârların vergilendirilmesi konusu ile ilgili olarak kanun taslağında matrah, ilgili hesap döneminde oluşmuş, sermayeye ilave edilmemiş veya dağıtıma konu edilmemiş kârların tutarı olarak belirlenmiş durumda. Dağıtılabilir kâr, ticari kârdan kurumlar vergisinin ve yedek akçelerin çıkarılması yolu ile tespit edilir. Ticari kâr ise bir şirketin muhasebe politikalarına, bünyesinde bulunduğu şirketler grubunun raporlama ilkelerine, halka açık olmasına veya olmamasına göre değişebilmektedir.

Özellikle halka açık şirketler ve uluslararası muhasebe standartlarına göre raporlama yapan şirketler, mali tabloların gerçeğe uygun sunumu amacıyla kıdem tazminatı karşılığı başta olmak üzere çeşitli karşılık giderleri muhasebeleştirmektedir. Ülkemizde muhasebe uygulamaları vergi kuralları çerçevesinde şekillenmiş olduğundan ve ihtiyatlılık prensibi gereği ayrılan bu tür karşılıklar vergi matrahını etkilemediğinden, halka açık olmayan ve uluslararası raporlama yapmayan şirketler karşılık ayırmamayı tercih edebilmektedir. Ancak, ülkemizin uluslararası muhasebe standartları ile uyumlu bir muhasebe sistemine geçiş hedefi bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Aynı zamanda kurumlar vergisi matrahını temsil eden mali kara ulaşırken vergi kanunlarına uygun olarak ayrılmayan karşılıklar açısından ticari kârda düzeltmeler yapılmakta ve vergi matrahının henüz gerçekleşmemiş karşılık giderlerinden etkilenmemesi sağlanmaktadır. Bir şirketin karşılık ayırmayı tercih etmesi durumunda mali kârı etkilenmese de ticari kârı olumsuz etkilenmekte ve azalmaktadır.

Kanun tasarısında yer alan dağıtılmayan kârların vergilendirilmesine ilişkin maddenin bu hali ile yasalaştığını varsayarsak, bir önceki paragrafta bahsi geçen karşılık giderleri yolu ile ticari kârın, dolayısıyla da dağıtılabilir karın azaltılması mümkündür. Diğer bir ifadeyle, şirket yönetiminin alacağı muhasebe kararları ile söz konusu verginin matrahı değişebilecek ve dolayısıyla daha az vergi ödenebilecektir.
Diğer taraftan, Vergi Usul Kanunu’nda suç ve ceza hükümleri birlikte okunduğunda şöyle bir çıkarım yapılabilmektedir: Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar hakkında, vergileme ödevini yerine getirmemeleri veya eksik yerine getirmeleri yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesine veya eksik tahakkuk ettirilmesine sebebiyet verilmesi halinde vergi ziyaı cezası kesilir.
Dağıtılmayan kârların vergi matrahı olarak belirlenmesi, karşılık ayrılması, farklı değerleme yöntemleri kullanılması gibi uygulamaların dağıtılabilir kârı azaltmaya yönelik yapıldığı iddiasıyla muhasebe hilesi sayılıp sayılmayacağı sorusunu akıllara getirmektedir. Böyle bir iddianın tersini ispatlayabilecek bir düzenleme ne kanun tasarısında ne de mevcut düzenlemelerde yer alıyor. Diğer taraftan, bu tür karşılıkların uluslararası muhasebe standartlarına uyum sağlamanın başlıca şartlarından olması nedeniyle, bu tür bir eleştiri muhasebe ve raporlama alanında belirlenmiş hedeflerle çelişecektir. Bu nedenle, bu tür bir eleştiriye imkan tanımayacak şekilde düzenleme yapılması ve dağıtılmayan karların vergilendirilmesi özelinde bir matrah tanımı yapılması gerekmektedir.

TORBA KANUN TASARISI’NIN KURUMLARA GETİRDİKLERİ

Yasama organına sunulmuş bulunan ve ağırlıklı olarak vergi mevzuatını hedef alan Torba Kanun Tasarısı’nı irdelemeye bu yazımda da, kurumları ilgilendiren değişikliklerle devam ediyorum. Önce istisnalardaki ve ilgili muafiyetteki değişikliklerle başlayalım.

– KVK md. 5/1-e’de yer alan; kurumların iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazların satışından doğan kazançlara belli koşullarla yüzde 75 oranında uygulanan istisnanın oranı yüzde 50’ye indirilmektedir. Yine aynı bentte yer alan aynı süreye elde tutulmuş iştirak hisseleri, kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançlarda istisna uygulaması yine yüzde 75 olarak devam edecektir.

Bent içerisinde farklı oran yaratmak, bence karışıklığa davettir. Bendin düzenlediği bütün kazançları aynı oranda istisnaya tabi tutmak, bence daha yerindedir. Öte yandan bu değişikliğin yürürlüğe giriş tarihi, kanunun yayım tarihi olarak belirlenmiştir. Bu da karışıklık yaratacak niteliktedir. Yayım tarihinde satışı yapılmış ancak fon ayrılmamış veya satış yapılmış ancak satış bedeli tahsil edilmemiş hallerde hangi oranın uygulanacağı sorunu gündeme gelebilecektir. Bu nedenle yürürlük tarihinin dönemsellik ilkesi de dikkate alınarak “1.1.2018’den sonra satışı yapılan gayrimenkullere uygulanmak üzere” şeklinde belirlenmesi yerinde olacaktır.

– KVK md. 5/1-f’de yer alan; Bankalara borçlu olanların ve bunların kefillerinin, borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisseleri, kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının bankalara devrinden doğan hasılatın borç tasfiyesinde kullanılan kısmına isabet eden kazançlara ve bankaların bu şekilde elde ettikleri kıymetlerin satışından doğan kazançlarına tanınan istisna kapsamına finansal kiralama ve finansman şirketleri de eklenmektedir. Ayrıca bankaların yanı sıra finansal kiralama ve finansman şirketlerinin bu kıymetleri satışından elde ettikleri kazançların da taşınmazlarda yüzde 50’sinin, diğer varlıklarda yüzde 75’inin vergiden istisna olması öngörülmektedir. Bu kapsam genişletmesi, 1.1.2018’den itibaren yürürlüğe girecektir.

– Kooperatiflerin risturn kazançları istisnası kapsamından; üretim kooperatiflerinde ortakların üreterek kooperatife sattıkları veya kooperatiften üretim maliyetinde kullanılmak üzere satın aldıkları malların değerine ve kredi kooperatiflerinde ortakların kullandıkları kredilere göre hesapladıkları risturnlar çıkartılmaktadır. Bu değişikliğinde 1.1.2018 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülmektedir. Ancak burada istisna kapsamı biraz daraltılmaktadır. KVK’nın aynı konuyu düzenleyen muafiyet düzenlemesi karşısında buradaki istisnanın uygulamada anlamsız kaldığı gerekçede söylenmekte ise de muafiyet koşullarını taşıyamayan üretim ve kredi kooperatifleri, bu değişiklikle istisnadan olmaktadır.

Öte yandan kooperatif muafiyetine ilişkin yapılan değişiklikle muaf kooperatiflerin ortak dışı işlemleri için iktisadi işletmelerinin olabileceği ve bu işletmelerin vergiye tabi olacağı hükme bağlanmaktadır. Böylece Tasarı ile muaf kooperatiflere, muafiyet koşullarını delme veya aşma yolu açılmaktadır. Ancak bu işletmelerin vergilendirmeye ilişkin esasları belirlenmeyerek, belirleme yetkisi Maliye Bakanlığı’na verilmektedir. Böyle bir düzenleme Anayasa’nın 73. maddesine (verginin yasallığı ilkesine) açıkça aykırıdır. Bu noktada söylemeliyim ki, hem muafiyet için koşullar belirleyen hem de bu koşulların ihlal yolunu düzenleyen bir muafiyet hükmüne ilk defa rastlamaktayım.

Kurumlar vergisi mükelleflerinin 2017 yılında gerçekleştirdikleri imalat sanayine yönelik teşvik belgesi kapsamındaki yatırımları için geçeri indirimli kurumlar vergisine ilişkin kanuni oranların, 2018 yılında yapılacak aynı kapsamdaki yatırımlar için de geçerli kılınması, Tasarı ile öngörülmektedir.

Tasarı ile transfer fiyatlandırması düzenlemelerinden kurtulmak için peşin fiyat anlaşması yapanlara uygulanan harçların da kaldırılması Tasarı ile öngörülmektedir.

Önemli değişiklik ise kısaca finansman kurumları diyeceğimiz bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktöring şirketleri, finansman şirketleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri sigorta ve reasürans şirketleri, emeklilik şirketleri ile sermaye piyasası kurumlarının tabi oldukları vergi oranı yüzde 20’den yüzde 22’ye çıkartılmaktadır. Sermaye piyasası kurumları ise Sermaye Piyasası Kanunu’nun 35. maddesinde sayılmıştır.

Maddeye göre, yatırım kuruluşları, bağımsız denetim şirketleri, değerlendirme ve derecelendirme şirketleri, ipotek, konut ve varlık finansmanı kuruluşları, varlık kiralama şirketleri, portföy yönetim şirketleri, takas ve saklama kuruluşlarıdır. Elbetteki bunların kazançlarında var olan istisnalar varlıklarını sürdürmektedir. Bu oran değişikliğinin 1.1.2018’den sonra verilecek beyannamelere uygulanması öngörüldüğünden, söz konusu kurumların 2017 yılı son dönem geçici vergilerini de etkileyecektir.

Ancak bu oran yükseltmesinde dört garip nokta var. Birincisi dünyada devletler vergi rekabeti içerisinde kurumlar vergisini düşürme kavgası verirken biz yükseltiyoruz. İkincisi ise Sayın Cumhurbaşkanımız faizleri düşürmek için mücadele verirken, biz kredi ve finansman şirketlerinin vergi sonrası kârlarını tırpanlıyoruz. Şimdi bu şirketler kârlarını korumak için vergi artışını müşterilerine, yani kredi kullananlara yansıtmayacaklarını mı düşünüyoruz. Üç, kamunun vergi gelirine ihtiyacı varsa bu yükü bütün kurumlara değil de niçin sadece bu şirketlere yüklüyoruz. Dördüncüsü ise yılsonuna doğru oranı değiştirip gereksiz yere geçmişe etkili vergilendirme tartışması yaratmamız.

Bir önemli değişiklikte finansal kiralama ve finansman şirketlerine, şirket işlemlerinden kaynaklanan alacaklarından doğmuş veya doğması beklenen ancak miktarı kesin olarak belli olmayan zararlarını karşılamak üzere BDDK tarafından belirlenmiş usul ve esaslara göre ayırdıkları özel karşılıklarını da kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapma olanağının sağlanmasıdır. 1.1.2018’de yürürlüğe girmesi öngörülen bu düzenlemenin KVK’da değil de 6361 sayılı Kanun’da değişiklik yapılarak gerçekleştirilmesi, pek yerinde değildir.

EKİM AYI TAHAKKUK VE ÖDEME GÜNLERİ :

– 02/10/2017: Ağustos 2017 Dönemine Ait Mal ve Hizmet Alım ve Satışlarına İlişkin Bildirim Formlarının verilmesi (Form Ba ve Bs)

– 02/10/2017: Ağustos 2017 Dönemine Ait Haberleşme Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 10/10/2017: 16-30 Eylül 2017 Dönemine Ait Noterlerce Yapılan Makbuz Karşılığı Ödemelere Ait Beyannamenin Verilmesi ve Ödenmesi

– 10/10/2017: 16-30 Eylül 2017 Dönemine Ait Petrol ve Doğalgaz Ürünlerine İlişkin Özel Tüketim Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 16/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Kolalı Gazoz, Alkollü İçecekler ve Tütün Mamullerine ve Dayanıklı Tüketim ve Diğer Mallara İlişkin Özel Tüketim Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 16/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Motorlu Taşıt Araçlarına İlişkin Özel Tüketim Vergisinin (Tescile Tabi Olmayanlar) Beyanı ve Ödemesi

– 16/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Özel İletişim Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 16/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 16/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Kesintisi Bildirimi ve Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Şans Oyunları Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemi Şans Oyunlarıyla İlgili Veraset / İntikal Vergisinin Beyanı, Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait İlan ve Reklam Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Müşterek Bahislere İlişkin Eğlence Vergisinin Beyanı ve Ödemesi ile Diğer Eğlence Vergilerine İlişkin Eğlence Vergisinin Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 20/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Yangın Sigortası Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 23/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi Gereken Damga Vergisinin Beyanı

– 23/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait GVK 94. Madde ile KVK 15. ve 30. Maddelerine Göre Yapılan Tevkifatların Muhtasar Beyanname ile Beyanı

– 23/10/2017: Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait Tevkifatların Muhtasar Beyanname ile Beyanı (GVK 98. Maddesinin 3. Fıkrasına Göre Üçer Aylık Beyanname Verme Hakkından Yararlananlar İçin)

– 23/10/2017: Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait GVK Geçici 67. Madde Kapsamında Yapılan Tevkifatların Muhtasar Beyanname ile Beyanı

– 24/10/2017: Eylül 2017 Dönemine veya Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı

– 24/10/2017: 1-15 Ekim 2017 Dönemine Ait Noterlerce Yapılan Makbuz Karşılığı Ödemelere Ait Beyannamenin Verilmesi ve Ödenmesi

– 25/10/2017: 1-15 Ekim 2017 Dönemine Ait Petrol ve Doğalgaz Ürünlerine İlişkin Özel Tüketim Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 26/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait veya Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Ödemesi

– 26/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait GVK 94. Madde ile KVK 15. ve 30. Maddelerine Göre Yapılan Tevkifatların ve/veya Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait Tevkifatların Ödemesi

– 26/10/2017: Temmuz-Ağustos-Eylül 2017 Dönemine Ait GVK Geçici 67. Madde Kapsamında Yapılan Tevkifatların Ödemesi

– 26/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi Gereken Damga Vergisinin Ödemesi

– 31/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Haberleşme Vergisinin Beyanı ve Ödemesi

– 31/10/2017: Eylül 2017 Dönemine Ait Mal ve Hizmet Alımlarına ve Satışlarına İlişkin Bildirim Formlarının verilmesi (Form Ba ve Bs)

 

Kârını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Önemli Bir Karar


13 Eylül tarihinde bu köşede yayınlanan makalede, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) Genel Tebliği’nde yer alan bir düzenlemenin Danıştay tarafından iptaline ve iptalin olası sonuçlarına ilişkin açıklamalar yapmıştım. Bugün, kararın gerekçelerinden ve yapılması gerektiğini düşündüğüm düzenlemelerden bahsedeceğim.

 

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

– Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

– Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

Kararın gerekçeleri

İptal kararının gerekçeleri özetle şöyle:

– Kârın sermayeye eklenmesi suretiyle yapılan sermaye artırımının şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Artırım nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında da artış meydana gelmez.

– KVK’nın 15. maddesinin 2. fıkrası ile Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.

– Sonuç olarak, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.

Kararın değerlendirilmesi

Başta, karara katılmadığımı, iptal edilen ve uzun yıllardır uygulanan düzenlemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Konu bir makale boyutunda değerlendirilebilecek boytta değil ama düşüncemi kısaca özetleyeyim.

– Kârın sermayeye eklenmesinde mal varlığının değişmemesi argümanı: Kârın sermayeye eklenmesi durumunda ortağın mal varlığının değişmemesi, gelir elde etmediğinin argümanı olamaz. Nakit sermaye artışı halinde de ortağın mal varlığı değişmez. Mal varlığının kompozisyonu değişir. Hisse değeri alınan nakit kâr payı kadar azalır ama toplamda varlığın değeri kural olarak değişmez. Oysa gelir elde edilmiş olur. Nakit kâr dağıtımında kâr dağıtan şirketin malvarlığı doğal olarak azalır. Nakit sermaye artışında ise tersi olur. Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi, kâr dağıtımı ve sermaye artırımı işlemlerinin ikisini birden içerdiğinden, sonuçta varlık değerinde değişiklik olmaz. Dolayısıyla kârın sermayeye eklenmesi durumunda şirketin varlığının değişmemiş olması da ortağın gelir elde etmediğinin argümanı olamaz.

– Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmaması argümanı: Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin hüküm tartışılabilir. Düzenleme, stoapaj maddesinde ama madde “stopaj yapılmaz” demiyor, “kar dağıtımı sayılmaz” diyor. Dolayısıyla açık değil, gelir elde edilmediği şeklinde de yorumlanabilir. En azından gerçek kişiler açısından.

Tam mükellef kurumlara yapılan kâr payı ödemeleri stopaja tabi değil ve ilgili düzenlemenin bu kurumları ilgilendiren bir yönü bence yok. Düzenlemeyi, kârını sermayeye ekleyen gerçek kişilerin temettü geliri elde etmiş olmadığı şeklinde yorumlasak bile, kurumlar için de aynı yorumu yapmak bence doğru değil. Ancak yukarıda da söylediğim gibi, her iki görüş de kayda değer.

Bedelsiz alınan hisselerin maliyet bedelinin değişmemesi

Sermaye artırımı sonucu bedelsiz iktisap edilen hisseler nedeniyle bir gelir elde edilmediği kararı doğal olarak hisse sahibinin iştirak hissesi maliyetinin de değişmediğini söylemiş oluyor. Diğer tartışmalar bir tarafa, bu görüşe katılmak mümkün değil. Kârın sermayeye eklenmesi sonucu alınan ve yanlış bir ifadeyle bedelsiz olarak nitelendirilen hisselerin sahibine bir maliyeti var. Bedelsiz değil yani. Bedeli, vazgeçilen kâr payı tutarı. Dolayısıyla bu hisseler satıldığında da satış kazancını hesaplarken bu maliyeti dikkate almak gerek.

Karar ne yazık ki bu olanağı ortadan kaldırıyor.

Düzeltilmesi gerekecek kayıtlar ve beyannameler

Danıştayın tebliğ iptal kararının bu şekilde kesinleşmesi durumunda, kârın sermayeye eklenmesi nedeniyle bedelsiz hisse sahibi olan kurumlar, hiç de kolay olmayan muhasebe düzeltmeleriyle ve hiç de beklemedikleri bir vergi yüküyle karşılaşacaklar.

Belirtilen şekilde sahip olunan hisseler halen aktifte duruyorsa maliyet bedelini yeniden tespit edip düzeltmek, son beş yılda elden çıkarttılarsa da satış kazancını yeniden hesaplayıp zamanında ödemedikleri vergiyi ödemek durumunda kalacaklar. Uzun yıllardır yürürlükte olan bir tebliğe uyulmuş olması ne yazık ki bu durumu değiştirmeyecek.

Yapılması gereken düzenleme ve işler

Yukarıda da ifade ettim, iptal kararı sonuçları itibariyle çok sayıda şirketi zor durumda bırakacak. Maliye Bakanlığı davayı kaybetti ama vergi gelirlerini de artıracak.

Bakanlık kaybederken kazanmış oldu sonuçta. Bu kararın etkileri nedeniyle veya karar vesilesiyle, bazı düzenleme ve uygulamaların yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Kısaca özetleyeyim:

– Öncelikle karardan etkilenecek şirketler için Maliye Bakanlığının açıklama yapmasında ve bu şirketleri bilgilendirmesinde yarar var. Zannediyorum çok sayıda şirketin bu karardan haberi yoktur. Bakanlığın bir açıklama yapmaması durumunda haberi de olmayacaktır.

– Fon ve ortaklıklardan elde edilen kazançlar iştirak kazançları istisnası kapsamına alınmalıdır. Düzenleme bir istisna düzenlemesi ama istisnayı bazı durumlarda vergi ertelemesi haline dönüştürüyor. Bu durumun düzeltilmesinde yarar var.

– İptal kararı kesinleşirse, tebliğde yer alan düzenleme kanuna taşınmalı veya çok sayıda şirkete olmaması gereken bir yük getiren durum başka bir şekilde düzeltilmelidir.

– Tebliğ ve sirküler iptallerinde geriye doğru mükellefe yapılacak tarhiyatlarda, ceza ve faiz uygulaması yapılmamasını sağlayacak düzenleme yapılmalıdır.
– Son olarak, Resmi Gazete’de yayımlanan düzenlemelerle ilgili yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının da Resmi Gazete’den izlenmesine olanak sağlanmalıdır. Danıştayın bu tür kararları Resmi Gazetede yayımlanmalı veya İdare Resmi Gazete’de yayımlanan bir tebliğ ile durumu duyurmalıdır. Mevzuatı bilmemek mazeret değil ama internet sitesinde yer alan bir mevzuat metninin içine konan bir notun herkes tarafından görülmesini beklemek de mümkün değil.

Limited Şirkette Özel Denetimin Önemi Ve Yöntemi

Hatırlanacağı üzere, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 13 Ocak 2011 tarihinde kabul edilen ilk halinde ölçeğine bakılmaksızın bütün küçük, orta ve büyük ölçekli anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere bağımsız denetime tabi olma zorunluluğu getirilmiş iken; 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik ile her ölçekteki şirketin bağımsız denetime tabi olması zorunluluğundan vazgeçilmiş, bunun yerine bağımsız denetime tabi olacak şirketleri belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Bakanlar Kurulu da kendisine tanınan bu yetki çerçevesinde almış olduğu Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Karar ile hangi sermaye şirketlerinin (anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket) bağımsız denetime tabi olacağını belirlemiştir.

 

Gelinen noktada, limited şirketler Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Bakanlar Kurulu Kararı kapsamına giriyorlarsa bağımsız denetim yaptırmakla yükümlü olacaklar; anılan karar kapsamına girmiyorlarsa denetime tabi olmayacaklardır. Anılan Bakanlar Kurulu kapsamına giren limited şirketin yok denecek kadar az olduğu dikkate alındığında, 2017 yılı Eylül ayı itibariyle sayıları 710 bin 693 olan limited şirketin denetimsiz bırakıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum, denetçinin yerini alamayacak olsa dahi, limited şirketlerde özel denetim sisteminin önemini artırmaktadır.

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen bağımsız denetim yanında yer verilen diğer bir denetim türü özel denetimdir. Özel denetim, esasında 6762 sayılı eski Ticaret Kanunu’nda da yer almakta, ancak sadece anonim şirketler için öngörülmekte, diğer ticaret şirketlerinde “özel denetçi” tayini talebine yer verilmemekte idi. 6102 sayılı TTK’da ise, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde, anonim şirket pay sahiplerine tanınan özel denetim isteme hakkı limited şirket ortaklarına da tanınmıştır.

 

Dolayısıyla, limited şirket ortaklarından her biri, belirli olayların özel bir denetimle açıklığa kavuşturulmasını genel kuruldan her zaman için isteyebilir. Limited şirket genel kurulu, bu talebi oylamak zorundadır. Yapılacak oylama sonucunda, genel kurulun talebi onaylaması durumunda, şirket ya da ortaklardan herhangi birisi, otuz gün içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden bir özel denetçi atanmasını isteyebilir. Ancak, ortağın bu talebini genel kurulun onayına sunabilmesi için, özel denetim istenen konuda, bilgi alma veya inceleme hakkını daha önce kullanmış olması; özel denetimin ortaklık haklarının, özellikle oy hakkının kullanımı yönünden gerekli olması ve özel denetimin konusunu belirli olayların oluşturması gerekir.

 

Peki, genel kurul ortağın talebini onaylamak zorunda mıdır? Tabi ki hayır, genel kurul sadece talebi oylamakla yükümlüdür, kabul etmek genel kurulu oluşturan ortakların takdirindedir. Eğer ortakların çoğunluğu özel denetim talebini kabul etmez ve yapılan oylama sonucunda genel kurul özel denetim talebini reddeder ise, sermayenin en az onda birini oluşturan ortaklar şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden özel denetçi atamasını isteyebilirler. Ancak, bu davanın, genel kurulun özel denetim istemini reddettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde açılması gerekir. Ayrıca, mahkeme tarafından özel denetçi atanabilmesi için kurucuların veya şirket organlarının, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlâl ederek, şirketi veya ortakları zarara uğratmış olması ve de bu durumun dilekçe sahibi ortak veya ortaklar tarafından ikna edici bir şekilde ortaya konulmuş olması gerekir.

Kırsal yatırım hibe desteği genişletildi

Kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak amacıyla yapılacak yatırımlara yönelik hibe tutarı açıklandı. 2 milyon liraya kadar olan kırsal kalkınma yatırımının yarısını devlet karşılayacak. Kalan yüzde 50’sini ise başvuru sahipleri temin edecek.
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, belirli il gruplarında, soğuk hava deposu, silo, yenilenebilir enerji, tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar gibi çeşitli alanlarda yapılacak yatırımlar için yüzde 50 hibe desteği sağlayacak. Destekten yararlanacak yatırımların 1 Ekim 2018 tarihine kadar tamamlanmış olması gerekiyor. Yeni tesis yatırımlarında 2 milyon lira, kapasite artırımı yatırımlarında 1 milyon 750 bin lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan yatırımların yüzde 50’si hibe desteği olarak verilecek. Yatırımlarda inşaat işleri alımları, makine, ekipman ve malzeme alım giderleri desteklenecek.

 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunması dikkate alınarak, kırsal alanda gelir düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal üretim ve tarıma dayalı sanayi entegrasyonunu sağlanması amacıyla yeni teknolojileri içeren yatırımlara hibe desteği vermeye başlıyor. Bu kapsamda 2020 yılı sonuna kadar, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere destekler verilecek.

İki ana başlıkta destek

Yatırımlar, ‘ekonomik yatırım’ ve kırsal ekonomik altyapı yatırımı’ olmak üzere iki ana başlık altında desteklenecek.

Ekonomik yatırım başlığında, yeni tesis olan başvurularda 2 milyon lira, kapasite artırımı ve teknoloji yenileme yatırımlarında 1.5 milyon lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan projelere yüzde 50 hibe desteği sağlanacak.

Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarında ise kırsal turizme yönelik niteliği yeni tesis olan yatırımlar için 1.5 milyon lira, diğer yatırım konuları için 500 bin liralık projeler yapılacak.

“Kadın ve genç girişimciler öncelikli olacak”

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere gerçek ve tüzel kişilerin ekonomik faaliyetlere yönelik yatırımlarını, verilen yüzde 50 hibe uygulamasıyla desteklemeye devam ettiklerini belirtti. Fakıbaba yaptığı açıklamada “Kırsal alanda yatırım yapmak isteyen yatırımcılarımıza yüzde 50 hibe desteği vererek tarıma dayalı sanayinin gelişmesine katkı sağlamayı sürdürüyoruz.

Tüm yatırımcılarımızı, söz konusu programa başvurarak kırsal alana yatırım yapmaya davet ediyorum. Daha önceki etaplarda sadece 39 ilde uygulanan yenilenebilir enerji üretim tesisleri için verilen hibe desteğini bu tebliğle beraber artık 81 ile çıkardık. Tarımsal üretime yönelik sabit yatırım konularına hindi ve kaz yetiştiriciliğine ait sabit yatırımlarını da ilave ettik. En fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli kesimhane için 81 ilde hibe desteğini de ilk kez bu tebliğle beraber vereceğiz. Ceviz hasat makinelerini de destek kapsamına aldık” şeklinde konuştu.

 

Hangi ilde hangi yatırım desteklenecek?

  • Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Ankara, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hatay, Isparta, Mersin, Kars, Kastamonu, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Nevşehir, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Şanlıurfa, Uşak, Van, Yozgat, Aksaray, Karaman, Ardahan illerinde;
  1. a) Yaş meyve sebze tasnif, paketleme ve depolama yatırımları hariç bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması konusunda sadece ham derinin işlenmesi ve günlük en fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli mezbaha,
  3. c) Soğuk hava deposu,

ç) Çelik silo,

  1. d) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. e) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  3. f) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
  4. g) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.
  • Adana, Adıyaman, Antalya, Artvin, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Muğla, Niğde, Rize, Sakarya, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Kırıkkale, Batman, Şırnak, Bartın, Iğdır, Yalova, Karabük, Kilis, Osmaniye ve Düzce illerinde ise;
  1. a) Bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. c) Su ürünlerinin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,

ç) Soğuk hava deposu,

  1. d) Çelik silo,
  2. e) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. f) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  4. g) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,

ğ) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar, h) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; kırsal turizm, çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, el sanatları ve katma değerli ürünler, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.

 

Balıkçı desteğinden, 10 metreden küçük gemiler yararlanabilecek

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2017 yılı tarımsal desteklemeleri kapsamında, deniz ve iç sularda geleneksel kıyı balıkçılığı yapanlara verilecek desteklerden yararlanma esaslarını belirledi. Buna göre söz konusu desteklerden, Su Ürünleri Bilgi Sistemi’ne kayıtlı, 1 Ocak 2017 tarihi itibarıyla geçerli balıkçı gemileri için su ürünleri ruhsat tezkeresine sahip 10 metreden küçük balıkçı gemileri yararlanabilecek. Desteğin temel unsurları, 5 Haziran 2017 tarihli 2017/10465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan 2017 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar’da yer alıyor.

Kârını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Önemli Bir Karar

İştirak edilen şirketin kâr yedeklerini sermayeye ekleyerek ortaklarına bedelsiz hisse vermesi durumunda yapılacak vergi uygulamasına ilişkin olarak 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nde yer alan düzenlemenin Danıştay tarafından iptaline ilişkin açıklamalar yapmıştım.

Bugün, kararın olası etkilerinden bahsedeceğim.

Ancak başta iki şeyi söyleyeyim. Birincisi, gerekçeli kararı görmüş değilim. Dolayısıyla kararın gerekçelerine girmeyeceğim. İkincisi, karar nihai karar değil. İdare muhtemelen kararı temyiz edecektir. Dolayısıyla süreci izlemek gerekiyor.

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

– Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

– Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirakiniz girişim sermayesi yatırım fonu veya girişim sermayesi yatırım ortaklığı dışındaki fon ve ortaklıklardan birisi değilse, iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

İptalin sonuçları

Karar, doğrudan veya dolaylı olarak bazı kurumları etkileyecek. Olumlu veya olumsuz. Karar kimi nasıl etkileyecek kısaca bakalım.

  1. Risk sermayesi hariç, yatırım fon ve ortaklıklarının ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

İptal sonrasında yatırım fon ve ortaklıklarına iştirak etmiş olan şirketler iptalden olumlu olarak etkilenecek. Kâr yedeklerini sermayeye ekleyen örneğin yatırım ortaklıklarından bedelsiz hisse alan kurumlar, aldıkları bu paylar nedeniyle artık gelir yazmayacaklar ve dolayısıyla ilgili dönemde vergi ödemeyecekler. İştirakin maliyet bedeli de değişmeyeceğinden, vergiyi hisseleri elden çıkarttıkları döneme ertelemiş olacaklar. Dolayısıyla iptal sonrasında yatırım ortaklığı hissesi alacak olanların karardan olumlu etkilenecekleri açık.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanamayan kurumlar, iştirakin maliyet bedelini düzeltip, ödedikleri verginin Vergi Usul Kanunu’nun düzeltme hükümleri çerçevesinde iadesini talep edebilirler. Dolayısıyla bu şirketlerin de iptalden olumlu etkilenecekleri açık.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, maliyet bedeli de tebliğ çerçevesinde zaten artırılmış bedel olduğu için, şirketin durumuna bağlı olarak düzeltme ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, bu şirketlerin karardan olumlu veya olumsuz etkilenmeyecekleri söylenebilir. Bu durum kurumun durumuna göre değişebilir. İşlem yapan kurum bedelsiz hisseyi aldığında vergi ödemiş ancak elden çıkarttığında zarar etmişse sonuç farklı olabilir.

  1. Diğer kurumların ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

Kazançları üzerinden kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin ortağı olan kurumlar, iptal kararının sonrasında bedelsiz pay edinmeleri durumunda, alınan paylar için herhangi bir kayıt yapmayacaklar, iştirakin mevcut maliyet tutarını değiştirmeyecekler. Bedelsiz payları elden çıkartmadıkları sürece iptalin bir etkisi olmayacak, vergi anlamında. Elbette ticari kazanç ve dolayısıyla dağıtılabilir kazanç azalacağı için bu aşamada etki olumsuz olacak. Ancak, bedelsiz alınan paylar elden çıkartıldığında maliyet bedeli alınan hisselerin nominal bedeli kadar düşük olacağından, matrah bu kadar yüksek olacak. Daha önce iştirak kazancı olarak tanımlanan ve kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç, iptalle birlikte değer artış kazancı olarak karşımıza çıkacak ve vergilendirilecek. Dolayısıyla bu aşamada iptalin etkisi mutlak olarak olumsuz.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ve iştirak kazançları istisnasından yararlanan kurumların, iştirakin maliyet bedelini düzeltmeleri gerekecek. İptalin bu şirketlere bugün itibariyle bir vergi etkisi yok. Ancak iştirak elden çıkartıldığında, bedelsiz alınan hisselerin nominal bedeli kadar bir matrah üzerinden vergi ödemek durumunda kalacaklar. Vergi etkisinin dışında, bu kurumların bedelsiz hisse aldıkları ve iştirak kazancı yazdıkları yılın mali tablosu ve dağıtılabilir kazancı da değişmiş olacak.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, hem bedelsiz pay alınan dönem hesaplarının hem de bu payların elden çıkartıldığı dönem hesaplarının ve beyannamelerinin düzeltilmesi gerekecek. Bedelsiz pay alınan dönem gelir kaydedilen tutarın düzeltilmesinde sorun yok. Hem iştirak kazancı sıfırlanacak, hem de istisna tutarı sıfırlanacak. Vergisel açıdan olumsuz bir durum yok. Bedelsiz edinilen payların elden çıkartıldığı dönemde ise önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bedelsiz alınan payların maliyet bedeli, bu payların nominal tutarı kadar azaltılacağından, elden çıkartma kârı ve dolayısıyla kurumlar vergisi matrahı da aynı tutarda artacak. Bu ise geriye doğru yeni bir vergi yükü anlamına geliyor. İptalin en önemli olumsuz sonucu da işte bu grubun üzerinde olacak.

Bu karar, bir yönüyle de bazı vergi düzenlemeleri yapma ihtiyacını ortaya çıkarttı. Bu konu ve iptal edilen düzenlemeyle ilgili kişisel düşüncelerim de bir sonraki makaleye.