Kârını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Önemli Bir Karar


13 Eylül tarihinde bu köşede yayınlanan makalede, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) Genel Tebliği’nde yer alan bir düzenlemenin Danıştay tarafından iptaline ve iptalin olası sonuçlarına ilişkin açıklamalar yapmıştım. Bugün, kararın gerekçelerinden ve yapılması gerektiğini düşündüğüm düzenlemelerden bahsedeceğim.

 

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

– Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

– Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

Kararın gerekçeleri

İptal kararının gerekçeleri özetle şöyle:

– Kârın sermayeye eklenmesi suretiyle yapılan sermaye artırımının şirketin mal varlığını artırıcı bir etkisi yoktur. Artırım nedeniyle oluşan payları temsil eden hisse senetlerinin ortaklara dağıtılması halinde ortakların mal varlığında da artış meydana gelmez.

– KVK’nın 15. maddesinin 2. fıkrası ile Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 94. maddesinde yer alan, kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin düzenleme, Kanun koyucunun sermayeye eklenen kârı ortaklar açısından elde edilmiş bir kazanç olarak kabul etmediğini göstermektedir.

– Sonuç olarak, kurum kazancı sermayeye eklenerek gerçekleştirilen sermaye artırımı sonucu elde edilen bedelsiz hisse senetleri nedeniyle iştirak kazancı elde edildiğinden bahsedilemez.

Kararın değerlendirilmesi

Başta, karara katılmadığımı, iptal edilen ve uzun yıllardır uygulanan düzenlemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Konu bir makale boyutunda değerlendirilebilecek boytta değil ama düşüncemi kısaca özetleyeyim.

– Kârın sermayeye eklenmesinde mal varlığının değişmemesi argümanı: Kârın sermayeye eklenmesi durumunda ortağın mal varlığının değişmemesi, gelir elde etmediğinin argümanı olamaz. Nakit sermaye artışı halinde de ortağın mal varlığı değişmez. Mal varlığının kompozisyonu değişir. Hisse değeri alınan nakit kâr payı kadar azalır ama toplamda varlığın değeri kural olarak değişmez. Oysa gelir elde edilmiş olur. Nakit kâr dağıtımında kâr dağıtan şirketin malvarlığı doğal olarak azalır. Nakit sermaye artışında ise tersi olur. Kâr yedeklerinin sermayeye eklenmesi, kâr dağıtımı ve sermaye artırımı işlemlerinin ikisini birden içerdiğinden, sonuçta varlık değerinde değişiklik olmaz. Dolayısıyla kârın sermayeye eklenmesi durumunda şirketin varlığının değişmemiş olması da ortağın gelir elde etmediğinin argümanı olamaz.

– Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmaması argümanı: Kârın sermayeye eklenmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin hüküm tartışılabilir. Düzenleme, stoapaj maddesinde ama madde “stopaj yapılmaz” demiyor, “kar dağıtımı sayılmaz” diyor. Dolayısıyla açık değil, gelir elde edilmediği şeklinde de yorumlanabilir. En azından gerçek kişiler açısından.

Tam mükellef kurumlara yapılan kâr payı ödemeleri stopaja tabi değil ve ilgili düzenlemenin bu kurumları ilgilendiren bir yönü bence yok. Düzenlemeyi, kârını sermayeye ekleyen gerçek kişilerin temettü geliri elde etmiş olmadığı şeklinde yorumlasak bile, kurumlar için de aynı yorumu yapmak bence doğru değil. Ancak yukarıda da söylediğim gibi, her iki görüş de kayda değer.

Bedelsiz alınan hisselerin maliyet bedelinin değişmemesi

Sermaye artırımı sonucu bedelsiz iktisap edilen hisseler nedeniyle bir gelir elde edilmediği kararı doğal olarak hisse sahibinin iştirak hissesi maliyetinin de değişmediğini söylemiş oluyor. Diğer tartışmalar bir tarafa, bu görüşe katılmak mümkün değil. Kârın sermayeye eklenmesi sonucu alınan ve yanlış bir ifadeyle bedelsiz olarak nitelendirilen hisselerin sahibine bir maliyeti var. Bedelsiz değil yani. Bedeli, vazgeçilen kâr payı tutarı. Dolayısıyla bu hisseler satıldığında da satış kazancını hesaplarken bu maliyeti dikkate almak gerek.

Karar ne yazık ki bu olanağı ortadan kaldırıyor.

Düzeltilmesi gerekecek kayıtlar ve beyannameler

Danıştayın tebliğ iptal kararının bu şekilde kesinleşmesi durumunda, kârın sermayeye eklenmesi nedeniyle bedelsiz hisse sahibi olan kurumlar, hiç de kolay olmayan muhasebe düzeltmeleriyle ve hiç de beklemedikleri bir vergi yüküyle karşılaşacaklar.

Belirtilen şekilde sahip olunan hisseler halen aktifte duruyorsa maliyet bedelini yeniden tespit edip düzeltmek, son beş yılda elden çıkarttılarsa da satış kazancını yeniden hesaplayıp zamanında ödemedikleri vergiyi ödemek durumunda kalacaklar. Uzun yıllardır yürürlükte olan bir tebliğe uyulmuş olması ne yazık ki bu durumu değiştirmeyecek.

Yapılması gereken düzenleme ve işler

Yukarıda da ifade ettim, iptal kararı sonuçları itibariyle çok sayıda şirketi zor durumda bırakacak. Maliye Bakanlığı davayı kaybetti ama vergi gelirlerini de artıracak.

Bakanlık kaybederken kazanmış oldu sonuçta. Bu kararın etkileri nedeniyle veya karar vesilesiyle, bazı düzenleme ve uygulamaların yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Kısaca özetleyeyim:

– Öncelikle karardan etkilenecek şirketler için Maliye Bakanlığının açıklama yapmasında ve bu şirketleri bilgilendirmesinde yarar var. Zannediyorum çok sayıda şirketin bu karardan haberi yoktur. Bakanlığın bir açıklama yapmaması durumunda haberi de olmayacaktır.

– Fon ve ortaklıklardan elde edilen kazançlar iştirak kazançları istisnası kapsamına alınmalıdır. Düzenleme bir istisna düzenlemesi ama istisnayı bazı durumlarda vergi ertelemesi haline dönüştürüyor. Bu durumun düzeltilmesinde yarar var.

– İptal kararı kesinleşirse, tebliğde yer alan düzenleme kanuna taşınmalı veya çok sayıda şirkete olmaması gereken bir yük getiren durum başka bir şekilde düzeltilmelidir.

– Tebliğ ve sirküler iptallerinde geriye doğru mükellefe yapılacak tarhiyatlarda, ceza ve faiz uygulaması yapılmamasını sağlayacak düzenleme yapılmalıdır.
– Son olarak, Resmi Gazete’de yayımlanan düzenlemelerle ilgili yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının da Resmi Gazete’den izlenmesine olanak sağlanmalıdır. Danıştayın bu tür kararları Resmi Gazetede yayımlanmalı veya İdare Resmi Gazete’de yayımlanan bir tebliğ ile durumu duyurmalıdır. Mevzuatı bilmemek mazeret değil ama internet sitesinde yer alan bir mevzuat metninin içine konan bir notun herkes tarafından görülmesini beklemek de mümkün değil.

Limited Şirkette Özel Denetimin Önemi Ve Yöntemi

Hatırlanacağı üzere, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 13 Ocak 2011 tarihinde kabul edilen ilk halinde ölçeğine bakılmaksızın bütün küçük, orta ve büyük ölçekli anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere bağımsız denetime tabi olma zorunluluğu getirilmiş iken; 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik ile her ölçekteki şirketin bağımsız denetime tabi olması zorunluluğundan vazgeçilmiş, bunun yerine bağımsız denetime tabi olacak şirketleri belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Bakanlar Kurulu da kendisine tanınan bu yetki çerçevesinde almış olduğu Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Karar ile hangi sermaye şirketlerinin (anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket) bağımsız denetime tabi olacağını belirlemiştir.

 

Gelinen noktada, limited şirketler Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Bakanlar Kurulu Kararı kapsamına giriyorlarsa bağımsız denetim yaptırmakla yükümlü olacaklar; anılan karar kapsamına girmiyorlarsa denetime tabi olmayacaklardır. Anılan Bakanlar Kurulu kapsamına giren limited şirketin yok denecek kadar az olduğu dikkate alındığında, 2017 yılı Eylül ayı itibariyle sayıları 710 bin 693 olan limited şirketin denetimsiz bırakıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum, denetçinin yerini alamayacak olsa dahi, limited şirketlerde özel denetim sisteminin önemini artırmaktadır.

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen bağımsız denetim yanında yer verilen diğer bir denetim türü özel denetimdir. Özel denetim, esasında 6762 sayılı eski Ticaret Kanunu’nda da yer almakta, ancak sadece anonim şirketler için öngörülmekte, diğer ticaret şirketlerinde “özel denetçi” tayini talebine yer verilmemekte idi. 6102 sayılı TTK’da ise, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde, anonim şirket pay sahiplerine tanınan özel denetim isteme hakkı limited şirket ortaklarına da tanınmıştır.

 

Dolayısıyla, limited şirket ortaklarından her biri, belirli olayların özel bir denetimle açıklığa kavuşturulmasını genel kuruldan her zaman için isteyebilir. Limited şirket genel kurulu, bu talebi oylamak zorundadır. Yapılacak oylama sonucunda, genel kurulun talebi onaylaması durumunda, şirket ya da ortaklardan herhangi birisi, otuz gün içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden bir özel denetçi atanmasını isteyebilir. Ancak, ortağın bu talebini genel kurulun onayına sunabilmesi için, özel denetim istenen konuda, bilgi alma veya inceleme hakkını daha önce kullanmış olması; özel denetimin ortaklık haklarının, özellikle oy hakkının kullanımı yönünden gerekli olması ve özel denetimin konusunu belirli olayların oluşturması gerekir.

 

Peki, genel kurul ortağın talebini onaylamak zorunda mıdır? Tabi ki hayır, genel kurul sadece talebi oylamakla yükümlüdür, kabul etmek genel kurulu oluşturan ortakların takdirindedir. Eğer ortakların çoğunluğu özel denetim talebini kabul etmez ve yapılan oylama sonucunda genel kurul özel denetim talebini reddeder ise, sermayenin en az onda birini oluşturan ortaklar şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden özel denetçi atamasını isteyebilirler. Ancak, bu davanın, genel kurulun özel denetim istemini reddettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde açılması gerekir. Ayrıca, mahkeme tarafından özel denetçi atanabilmesi için kurucuların veya şirket organlarının, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlâl ederek, şirketi veya ortakları zarara uğratmış olması ve de bu durumun dilekçe sahibi ortak veya ortaklar tarafından ikna edici bir şekilde ortaya konulmuş olması gerekir.

Kırsal yatırım hibe desteği genişletildi

Kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak amacıyla yapılacak yatırımlara yönelik hibe tutarı açıklandı. 2 milyon liraya kadar olan kırsal kalkınma yatırımının yarısını devlet karşılayacak. Kalan yüzde 50’sini ise başvuru sahipleri temin edecek.
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, belirli il gruplarında, soğuk hava deposu, silo, yenilenebilir enerji, tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar gibi çeşitli alanlarda yapılacak yatırımlar için yüzde 50 hibe desteği sağlayacak. Destekten yararlanacak yatırımların 1 Ekim 2018 tarihine kadar tamamlanmış olması gerekiyor. Yeni tesis yatırımlarında 2 milyon lira, kapasite artırımı yatırımlarında 1 milyon 750 bin lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan yatırımların yüzde 50’si hibe desteği olarak verilecek. Yatırımlarda inşaat işleri alımları, makine, ekipman ve malzeme alım giderleri desteklenecek.

 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunması dikkate alınarak, kırsal alanda gelir düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal üretim ve tarıma dayalı sanayi entegrasyonunu sağlanması amacıyla yeni teknolojileri içeren yatırımlara hibe desteği vermeye başlıyor. Bu kapsamda 2020 yılı sonuna kadar, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere destekler verilecek.

İki ana başlıkta destek

Yatırımlar, ‘ekonomik yatırım’ ve kırsal ekonomik altyapı yatırımı’ olmak üzere iki ana başlık altında desteklenecek.

Ekonomik yatırım başlığında, yeni tesis olan başvurularda 2 milyon lira, kapasite artırımı ve teknoloji yenileme yatırımlarında 1.5 milyon lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan projelere yüzde 50 hibe desteği sağlanacak.

Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarında ise kırsal turizme yönelik niteliği yeni tesis olan yatırımlar için 1.5 milyon lira, diğer yatırım konuları için 500 bin liralık projeler yapılacak.

“Kadın ve genç girişimciler öncelikli olacak”

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere gerçek ve tüzel kişilerin ekonomik faaliyetlere yönelik yatırımlarını, verilen yüzde 50 hibe uygulamasıyla desteklemeye devam ettiklerini belirtti. Fakıbaba yaptığı açıklamada “Kırsal alanda yatırım yapmak isteyen yatırımcılarımıza yüzde 50 hibe desteği vererek tarıma dayalı sanayinin gelişmesine katkı sağlamayı sürdürüyoruz.

Tüm yatırımcılarımızı, söz konusu programa başvurarak kırsal alana yatırım yapmaya davet ediyorum. Daha önceki etaplarda sadece 39 ilde uygulanan yenilenebilir enerji üretim tesisleri için verilen hibe desteğini bu tebliğle beraber artık 81 ile çıkardık. Tarımsal üretime yönelik sabit yatırım konularına hindi ve kaz yetiştiriciliğine ait sabit yatırımlarını da ilave ettik. En fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli kesimhane için 81 ilde hibe desteğini de ilk kez bu tebliğle beraber vereceğiz. Ceviz hasat makinelerini de destek kapsamına aldık” şeklinde konuştu.

 

Hangi ilde hangi yatırım desteklenecek?

  • Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Ankara, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hatay, Isparta, Mersin, Kars, Kastamonu, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Nevşehir, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Şanlıurfa, Uşak, Van, Yozgat, Aksaray, Karaman, Ardahan illerinde;
  1. a) Yaş meyve sebze tasnif, paketleme ve depolama yatırımları hariç bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması konusunda sadece ham derinin işlenmesi ve günlük en fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli mezbaha,
  3. c) Soğuk hava deposu,

ç) Çelik silo,

  1. d) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. e) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  3. f) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
  4. g) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.
  • Adana, Adıyaman, Antalya, Artvin, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Muğla, Niğde, Rize, Sakarya, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Kırıkkale, Batman, Şırnak, Bartın, Iğdır, Yalova, Karabük, Kilis, Osmaniye ve Düzce illerinde ise;
  1. a) Bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. c) Su ürünlerinin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,

ç) Soğuk hava deposu,

  1. d) Çelik silo,
  2. e) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. f) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  4. g) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,

ğ) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar, h) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; kırsal turizm, çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, el sanatları ve katma değerli ürünler, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.

 

Balıkçı desteğinden, 10 metreden küçük gemiler yararlanabilecek

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2017 yılı tarımsal desteklemeleri kapsamında, deniz ve iç sularda geleneksel kıyı balıkçılığı yapanlara verilecek desteklerden yararlanma esaslarını belirledi. Buna göre söz konusu desteklerden, Su Ürünleri Bilgi Sistemi’ne kayıtlı, 1 Ocak 2017 tarihi itibarıyla geçerli balıkçı gemileri için su ürünleri ruhsat tezkeresine sahip 10 metreden küçük balıkçı gemileri yararlanabilecek. Desteğin temel unsurları, 5 Haziran 2017 tarihli 2017/10465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan 2017 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar’da yer alıyor.

Kârını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Önemli Bir Karar

İştirak edilen şirketin kâr yedeklerini sermayeye ekleyerek ortaklarına bedelsiz hisse vermesi durumunda yapılacak vergi uygulamasına ilişkin olarak 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nde yer alan düzenlemenin Danıştay tarafından iptaline ilişkin açıklamalar yapmıştım.

Bugün, kararın olası etkilerinden bahsedeceğim.

Ancak başta iki şeyi söyleyeyim. Birincisi, gerekçeli kararı görmüş değilim. Dolayısıyla kararın gerekçelerine girmeyeceğim. İkincisi, karar nihai karar değil. İdare muhtemelen kararı temyiz edecektir. Dolayısıyla süreci izlemek gerekiyor.

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

– Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

– Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirakiniz girişim sermayesi yatırım fonu veya girişim sermayesi yatırım ortaklığı dışındaki fon ve ortaklıklardan birisi değilse, iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

İptalin sonuçları

Karar, doğrudan veya dolaylı olarak bazı kurumları etkileyecek. Olumlu veya olumsuz. Karar kimi nasıl etkileyecek kısaca bakalım.

  1. Risk sermayesi hariç, yatırım fon ve ortaklıklarının ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

İptal sonrasında yatırım fon ve ortaklıklarına iştirak etmiş olan şirketler iptalden olumlu olarak etkilenecek. Kâr yedeklerini sermayeye ekleyen örneğin yatırım ortaklıklarından bedelsiz hisse alan kurumlar, aldıkları bu paylar nedeniyle artık gelir yazmayacaklar ve dolayısıyla ilgili dönemde vergi ödemeyecekler. İştirakin maliyet bedeli de değişmeyeceğinden, vergiyi hisseleri elden çıkarttıkları döneme ertelemiş olacaklar. Dolayısıyla iptal sonrasında yatırım ortaklığı hissesi alacak olanların karardan olumlu etkilenecekleri açık.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanamayan kurumlar, iştirakin maliyet bedelini düzeltip, ödedikleri verginin Vergi Usul Kanunu’nun düzeltme hükümleri çerçevesinde iadesini talep edebilirler. Dolayısıyla bu şirketlerin de iptalden olumlu etkilenecekleri açık.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, maliyet bedeli de tebliğ çerçevesinde zaten artırılmış bedel olduğu için, şirketin durumuna bağlı olarak düzeltme ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, bu şirketlerin karardan olumlu veya olumsuz etkilenmeyecekleri söylenebilir. Bu durum kurumun durumuna göre değişebilir. İşlem yapan kurum bedelsiz hisseyi aldığında vergi ödemiş ancak elden çıkarttığında zarar etmişse sonuç farklı olabilir.

  1. Diğer kurumların ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

Kazançları üzerinden kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin ortağı olan kurumlar, iptal kararının sonrasında bedelsiz pay edinmeleri durumunda, alınan paylar için herhangi bir kayıt yapmayacaklar, iştirakin mevcut maliyet tutarını değiştirmeyecekler. Bedelsiz payları elden çıkartmadıkları sürece iptalin bir etkisi olmayacak, vergi anlamında. Elbette ticari kazanç ve dolayısıyla dağıtılabilir kazanç azalacağı için bu aşamada etki olumsuz olacak. Ancak, bedelsiz alınan paylar elden çıkartıldığında maliyet bedeli alınan hisselerin nominal bedeli kadar düşük olacağından, matrah bu kadar yüksek olacak. Daha önce iştirak kazancı olarak tanımlanan ve kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç, iptalle birlikte değer artış kazancı olarak karşımıza çıkacak ve vergilendirilecek. Dolayısıyla bu aşamada iptalin etkisi mutlak olarak olumsuz.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ve iştirak kazançları istisnasından yararlanan kurumların, iştirakin maliyet bedelini düzeltmeleri gerekecek. İptalin bu şirketlere bugün itibariyle bir vergi etkisi yok. Ancak iştirak elden çıkartıldığında, bedelsiz alınan hisselerin nominal bedeli kadar bir matrah üzerinden vergi ödemek durumunda kalacaklar. Vergi etkisinin dışında, bu kurumların bedelsiz hisse aldıkları ve iştirak kazancı yazdıkları yılın mali tablosu ve dağıtılabilir kazancı da değişmiş olacak.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, hem bedelsiz pay alınan dönem hesaplarının hem de bu payların elden çıkartıldığı dönem hesaplarının ve beyannamelerinin düzeltilmesi gerekecek. Bedelsiz pay alınan dönem gelir kaydedilen tutarın düzeltilmesinde sorun yok. Hem iştirak kazancı sıfırlanacak, hem de istisna tutarı sıfırlanacak. Vergisel açıdan olumsuz bir durum yok. Bedelsiz edinilen payların elden çıkartıldığı dönemde ise önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bedelsiz alınan payların maliyet bedeli, bu payların nominal tutarı kadar azaltılacağından, elden çıkartma kârı ve dolayısıyla kurumlar vergisi matrahı da aynı tutarda artacak. Bu ise geriye doğru yeni bir vergi yükü anlamına geliyor. İptalin en önemli olumsuz sonucu da işte bu grubun üzerinde olacak.

Bu karar, bir yönüyle de bazı vergi düzenlemeleri yapma ihtiyacını ortaya çıkarttı. Bu konu ve iptal edilen düzenlemeyle ilgili kişisel düşüncelerim de bir sonraki makaleye.

2017 KIRSAL KALKINMA HİBELERİ BAŞLADI (KKYDP-12)

2017 Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi Hakkında Tebliğ 13/09/2017-30179 Tarih Sayılı Resmî Gazete yayımlanarak yürürülüğe girdi. (*)  Hibe programlarına başvurular tebliğin yayımı tarihinden itibaren 90 günlük süre içerisinde sistem üzerinden yapılabilecektir. Konularına göre 81 ilde ve kısmen 39 ilde uygulanacak olan Tarıma Dayalı Kırsal Kalkınma Destekleri Hibeye esas proje tutarının %50’sine hibe yoluyla destek verilecektir. Programın konuları, Hibeye esas proje tutarları, desteklenecek illerin özet bilgileri aşağıda verilmiştir.

A-UYGULAMA İLLERİNİN YATIRIM KONULARI
1- Program çerçevesinde 41 il ; Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Ankara, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hatay, Isparta, Mersin, Kars, Kastamonu, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Nevşehir, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Şanlıurfa, Uşak, Van, Yozgat, Aksaray, Karaman, Ardahan illerinde;
a) Yaş meyve sebze tasnif, paketleme ve depolama yatırımları hariç bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması konusunda sadece ham derinin işlenmesi ve günlük en fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli mezbaha,
c) Soğuk hava deposu,
ç) Çelik silo,
d) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
e) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
f) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
g) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.
2-Program çerçevesinde 39 il; Adana, Adıyaman, Antalya, Artvin, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Muğla, Niğde, Rize, Sakarya, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Kırıkkale, Batman, Şırnak, Bartın, Iğdır, Yalova, Karabük, Kilis, Osmaniye ve Düzce illerinde ise;
a) Bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
c) Su ürünlerinin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
ç) Soğuk hava deposu,
d) Çelik silo,
e) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
f) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
g) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
ğ) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar,
h) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; kırsal turizm, çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, el sanatları ve katma değerli ürünler, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları,hibe desteği kapsamında değerlendirilecektir.

B-YATIRIM KONULARI VE HİBE TUTARLARI
1- Ekonomik yatırım konularında;Aşağıda belirtilen yatırım konularında hibeye esas proje tutarı; yatırım niteliği yeni tesis olan başvurularda 2.000.000 Türk Lirası, yatırım niteliği kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme olan başvurularda 1.500.000 Türk Lirası, yatırım niteliği tamamlama olan başvurularda ise 1.750.000 Türk Lirası,üst limitini geçemez.

a) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik yeni tesislerin yapımı,
b) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik mevcut faal olan veya olmayan tesislerin kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenilenmesi,
c) Tarımsal ürünlerin işlenmesi, depolanması ve paketlenmesine yönelik kısmen yapılmış yatırımların tamamlanması,
ç) Yenilenebilir enerji kaynakları kullanan yeni seraların yapımı,
d) Bu Tebliğ kapsamında bulunan konularla ilgili tarımsal faaliyetlere yönelik yapılmış tesisler ile bu Tebliğ kapsamında yapılacak tesislerde, ayrıca üç dekardan küçük olmaması şartıyla örtü altı kayıt sistemine kayıtlı mevcut modern seralarda kullanılmak üzere; yenilenebilir enerji kaynaklarından jeotermal ve biyogazdan ısı ve/veya elektrik üreten tesisler ile güneş ve rüzgar enerjisinden elektrik üreten tesislerin yapımı,
e) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar,
f) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması, hibe desteği kapsamında değerlendirilir.

2- Kırsal ekonomik altyapı yatırım konularında;Aşağıda belirtilen yatırım konularında hibeye esas proje tutarı; kırsal turizme yönelik niteliği yeni tesis olan yatırımlar için 1.500.000 Türk Lirası, diğer yatırım konuları için 500.000 Türk Lirası, üst limitini geçemez.
a) Kırsal turizm yatırımları,
b) Çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri,
c) El sanatları ve katma değerli ürünler,
ç) Bilişim sistemleri ve eğitimi,
hibe desteği kapsamında değerlendirilir.

3- Tarımsal ürünlerin işlenmesi kapsamında, başka bir yatırım tesisinde ilk işlemesi yapılan mamul ürünün ikincil işlenmesine ve paketlenmesine yönelik yatırım teklifleri hibe desteği kapsamında değerlendirilmez. Sert kabuklu meyveler bu madde kapsamında değildir.
4- Un ve karma yem konularında yeni yatırım tesisi başvuruları kabul edilmez. Kütlü pamuk konusunda kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme dışındaki başvurular kabul edilmez. Çay konusunda sadece yaş çay üretiminin yapıldığı illerdeki başvurular kabul edilir.
5- Tarımsal ürünlerin depolanmasına yönelik yeni tesis başvurularında sadece çelik silo ve soğuk hava deposu hibe desteği kapsamında değerlendirilir.
6- Yatırımcılar bu Tebliğ kapsamında tüm yatırım konularında ülke genelinde sadece bir adet proje başvurusunda bulunabilir.
7- Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından kırsal turizm için yeni tesis, diğer yatırımlar için kapasite artırımı ve/veya teknoloji yenileme konusunda başvuru yapılabilir. Ayrıca, kırsal turizm ve el sanatları ve katma değerli ürünler konularına sadece kırsal alanda başvuru yapılabilir.
8-Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri hariç, bütün başvurularda başvuruya esas yatırım konusunun hibe desteği kapsamında değerlendirilebilmesi ve hibe 9- Tarımsal amaçlı kooperatifler, birlikler ile bunların üst birlikleri hariç, son başvuru tarihinde faaliyet süresi beş yılını doldurmamış tesisler Kapasite Artırımı ve Teknoloji Yenileme niteliğinde başvuruda bulunamaz. Ayrıca daha önce Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Çerçevesinde hibe desteğinden yararlanmış olan tesisler için nihai rapora bağlanma tarihi itibarı ile beş yılını doldurmamış olanlar Kapasite Artırımı ve Teknoloji Yenileme veya Tamamlama niteliğinde bu Tebliğ kapsamında hibe başvurusunda bulunamaz.
10- Bütün başvurularda yatırım yerinin; başvuru sahibi adına olması veya Hazine, belediye, il özel idaresi, ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, ticaret borsası, Vakıflar Genel Müdürlüğü, organize sanayi bölgesi, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi ve küçük ihtisas sanayi sitesinden başvuru sahibi adına bu Tebliğin yayımı tarihinden itibaren en az yedi yıl tahsis/irtifak tesis edilmiş olması veya Hazine, belediye, il özel idaresi, ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, ticaret borsası, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile bunlar dışında kalan tüzel ve gerçek kişilerden bu Tebliğin yayımı tarihinden itibaren en az yedi yıl kiralanmış olması gerekir. Tarımsal amaçlı kooperatiflerce balıkçı barınaklarına yapılacak olan bütün yatırım konularına ait başvurularda yedi yıl kira süresi şartı aranmaz.
11- Yatırım, mülkiyeti veya kullanım hakkı başvuru sahibine ait olmak üzere bitişik birden fazla parselde yer alabilir. Mevcut seralarda kullanılmak üzere yenilenebilir enerji üretim tesisi konulu başvurularda güneş enerjisi kullanılması halinde teknik gerekçelerinin açıklanması ve ilgili mevzuata aykırı olmaması durumunda paneller komşu parsellerde yer alabilir.
12-Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarından çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri konusunda yapılan başvurularda mevcut kümeslerin 18/3/2010 tarihli ve 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu hükümleri ile birlikte 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu hükümlerine göre zorunlu olan biyogüvenlik tedbirleri hibe kapsamında değerlendirilir.
13- Niteliği yeni tesis olan başvurular sadece kırsal alan ve tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinde yapılır.
————————————————————
(*) Kaynak: Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Yatırımların Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (TEBLİĞ NO: 2017/22) 13/09/2017-30179 Tarih Sayılı Resmî Gazete

Sanayide kümelenme modeli yaygınlaşıyor

Aynı sektördeki firmaların iş birliği yaparak, Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme   uygulamaları artıyor
Aynı sektörde faaliyet gösteren firmaların iş birliği yaparak katma değerli ürün üretilmesi temeline dayanan ve Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme uygulamaları giderek yaygınlaşıyor.

Enerji, medikal, kauçuk, haberleşme, iş makineleri, raylı sistemler, tekstil, gemi inşası gibi pek çok sektörde faaliyet gösteren firmaların birbirleri ile dayanışma içinde olarak sanayide verimliliğin artmasına katkı sağlayan kümelenmeler, son yıllarda organize sanayi bölgeleri başta olmak üzere üniversiteler ve sanayi odalarının bünyelerinde çalışmalarını sürdürüyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından da desteklenen başarılı kümelenmelerin sayısı Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli illerinde artarken, küme üyesi firmaların işbirliklerinden yeni ve katma değeri yüksek ürünler ortaya çıkıyor.

“Uluslararası rekabete katkı sağlıyor”

Bünyesinde 4 kümelenme bulunan İvedik OSB’nin Başkanı Hasan Gültekin, kümelenme konusunda farkındalık oluşması anlamında Türkiye’nin yol aldığını söyledi.

Kümelenmenin uluslararası rekabete verdiği katkının önemine işaret eden Gültekin, “Buna ek olarak kümelenmeye yönelik genel bir strateji kısa, orta ve uzun vadeli olarak belirlenmelidir. Ana ve yan sanayi ilişkileri stratejik bir yaklaşımla yeniden tanımlanmalı, yan sanayinin yeni yetenekler kazanarak ana sanayi üzerindeki aşırı iş yükünü hafifletmesi amaçlanmalıdır.” dedi.

İvedik OSB’deki kümelenme çalışmalarının 2010’da başladığını dile getiren Gültekin, bölgede medikal, elektronik, makine ve plastik-kauçuk kümelenmeleri üzerine yoğunlaşıldığını ifade etti.

Kümelenme faaliyetleriyle küresel anlamda rekabet gücünün artırılması ve katma değeri yüksek ürün üretilmesine katkı sağlanmasının hedeflendiğini anlatan Gültekin, “Firmaların ortak sorun ve ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların yapılması kümelenmenin sadece amaçlarından biridir.” diye konuştu.

 

Yeni sektörlerin entegrasyon sürecinde kümelenme çalışmalarının önemine dikkati çeken Gültekin, kümelenme modeliyle firmaların birlikte hareket ederek rekabet gücü kapasitelerinin arttırılması ve ortak ürün geliştirilmesini hedeflediklerini söyledi.

Çözüm Ortağımız Sayın Yasemin Eren’den



PAZARLAMA NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Dürüst olmak gerekirse ‘’pazarlama’’ kelimesi birçok insan için çok da sevimli olmayan hisler uyandırmaktadır. Apartmanların girişine asılan ‘’pazarlamacılar giremez ‘’yazısı pazarlamayı rahatsız edici ve ısrarcı bir satış süreci olarak algılatmakla kalmayıp bu kavramın oldukça değersiz hale indirgenmesine neden olmuştur. Pazarlama alanında 16 yıllık deneyim sahibi biri olarak, ülkemizin en değerli markalarını yönetme şansı yakaladım. Bu süreç içerisinde markalaşmaya çalışan birçok firmanın üst düzey yöneticileri ile görüşmelerim oldu. Türkiye’nin en büyük ilk 500 firması içerisinde bulunan şirketlerin sahipleri, üst düzey yöneticileri ile çalışmalarımda, pazarlamanın gücüne inanmadıklarını, pazarlamayı gereksiz masraf kalemi olarak görmekle kalmayıp bununda ötesi,satış ve pazarlamanın farkını hala ayırt edemediklerini gördüm.

  • Pazarlama satış demek değildir.
  • Pazarlama tek başına yaratıcılık değildir.
  • Pazarlama sosyal platformlarda beğeni toplayıp takipçi kazanmak değildir.
  • Pazarlama sadece reklam ve PR değildir.
  • Pazarlama “anlık” sonuçlar alabileceğiniz kısa süreli bir çalışma değildir.
  • Pazarlama karmaşık stratejiler kurup onları uygulamaya çalışmak hiç değildir.

 

Dünya’nın en büyük markalarını incelediğimizde hepsinin birer pazarlama odaklı şirketler olduğunu görüyoruz. Bunu tam anlatabilmek için pazarlamanın gelişim evrelerine bakmak gerekir.

1850-1930’lar ÜRETİM ODAKLI ANLAYIŞ DÖNEMİ

Talebin arzdan fazla olduğu dönemler. Bu döneme damgasını vuran Henry Ford’un söylediği gibi Benden dilediğiniz renk ve model araba talep edebilirsiniz. Siyah ve T modeli olmak koşulu ile. Yani ne üretirsem üreteyim satarım anlayışının yaygın olduğu dönem.

 

1930-1950 ÜRÜN ODAKLI ANLAYIŞ DÖNEMİ

Daha fazla kalite, performans ve özellikler sunan ürün ve hizmetlerin tüketici tarafından tercih edileceği düşüncesini içerir. Ürünler müşteri ihtiyaçları göz önünde bulundurulmadan tasarlanıp üretildiği için, yanlışlar ile doludur ve pazarlama miyopluğuna yol açar.

Biz bu yöredeki en iyi oteliz! , Müşteriler mutlaka bizi seçecektir! , Bu malzeme en iyisidir! , Müşteriler ne anlar! zihniyetinin başarısızlığa yol açması çok muhtemeldir.

İşletmeler çok başarılı olabilirler. Hatta dünyanın en büyük 500 şirketinden biri haline gelebilirler. Fakat müşteri ihtiyacını, rekabeti, teknoloji ve diğer çevre şartlarını yakından takip etmezler ise ne kadar büyük ne kadar başarılı olursa olsunlar piyasadan silinebilirler.

1950’LER SATIŞ ANLAYIŞININ HAKİM OLDUĞU DÖNEMLER

Artan işletme sayısı ile birlikte aynı tipte ürün ve hizmet üreten işletme sayısı artmıştır.

Kalitesiz, tüketici beklentileri ile örtüşmeyen ürünleri baskıcı satış teknikleri kullanılarak satmaya çalışmışlardır. ‘Ne üretirsem satayım yeter ki satmasını bileyim!

Satış yapmaya çalışan kişi, müşterinin kısa ve uzun vadede çıkarları yerine kendi işletmelerinin veya bireysel çıkarlarını (aylık primlerini) düşünerek hareket etmişlerdir.  Yanıltıcı beyanlara girilmiştir.

Peter Drucker yıllar önce şu sözleri söylemiştir;

‘’Her zaman satmaya olan ihtiyaç var olacaktır. Fakat pazarlamanın amacı satmayı gereksiz kılmaktır. Yani pazarlamanın amacı tüketiciyi ve onun ihtiyaçlarını iyi tanıyıp, anlayıp ona göre ürünler üretmek ve bu sayede ürünlerin/ hizmetlerin kendi kendine satmalarını sağlamaktır. Burada işletmeye düşecek görev ürünlerini satışa hazır etmek olacaktır.’’

 

1970- 1980’LER REKABET VE ÜRÜN ÇEŞİTLİLİĞİNİN ARTIĞI DÖNEM. PAZARLAMA ANLAYIŞINA GEÇİŞ

Şirketler bu dönemde pazarlamayı satıştan ayıran en önemli kıstas olan ‘’strateji’’ kavramını dikkate almaya başladılar. Bu kapsamda pazarlama kavramının strateji kavramıyla bütünleştirilmesi, satış ve pazarlama ayırımının oluşmasında en temel kriter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stratejik pazarlamada üç kritik süreç vardır.

1.Değerin tanımlanması,

2.Tanımlanan bu değerin üretilmesi,

3.Tanımlanıp üretilen bu değerin sunulmasıdır.

Şirketler yavaş yavaş şunu farkettiler, pazarlama departmanı oluşturduğu stratejiler ile ürünü satılabilir hale getirmeye çalışır. Satış departmanı satılabilir hale gelen ürünlerin satışını gerçekleştirir.

Keza 16 yıl boyunca markalarını yönettiğim değerli firmalarda da satış ve pazarlama kesinlikle iki farklı departman olarak yapılanmaktaydı. Birbirlerinden ayrı, fakat işler bir o kadar senkronize ve planlı yürümekteydi.

İnsanların değişen gereksinimlerini karlı fırsatlara dönüştürmek,

Pazarı ve hedef kitleyi analiz etmek,

Strateji oluşturmak,

Yaratıcılıkla planlamak,

Müşteri sadakati yaratarak başarıya ulaştırmak,

Pazarlama departmanlarının, satış departmanlarıyla senkronize çalışması için belirlenen en asli görevlerindendir.

Philip Kotler’e göre Pazarlama karşılanmamış gereksinimleri ve talepleri saptayan, bunların büyüklüğünü ve olası karlılığını tanımlayıp ölçen, organizasyonun hangi hedef pazarlara en iyi şekilde hizmet verebileceğini belirleyen, seçilen bu pazarlara hizmet edecek uygun ürünlere hizmetlere ve programlara karar veren ve organizasyondaki herkesin müşteriyi düşünüp, ona hizmet etmesini isteyen işletme fonksiyonudur.

Tabi ki hepsini tek başına markalardan sorumlu kişiler yapmıyorlar. Tüm bu faaliyetleri yaparken üretim, arge, satın alma (tedarik zinciri), satış gibi departmanlar ile birlikte koordineli çalışıyorlar. Maalesef günümüzde tüm bunlara birçok şirkette ürün müdürü gibi çalışan patronlar karar veriyor.

Bir gün Türkiye’nin önde gelen patronlarından biri ile yaptığım sohbette tüm bunları yapmak sizin göreviniz değil dediğim de ama burada hiç kimse bu kararları verebilecek yetkiye sahip değil bu riski ancak patron olarak ben alabilirim dediğinde içimden tebessüm ettim. İşte burada pazarlamanın bir bilim olduğunu, bu kararları verirken sağdan soldan duyduklarımız ile değil pazar analizleri, rekabet analizleri yaparak yani detaylı pazar araştırmaları yapılarak bilgilerin toplanıp, rasyonel karar verilebilecek düzeye getirildikten sonra, yönetim kuruluna sunularak karar verilmesi gerektiğini ilettim. Bunun için de işin bir sorumlusu olmalı, bu da pazarlama departmanıdır.

 

Pazarlama literatüründe temel olarak 4P ile formüle edilen pazarlama karmasından bahsedilerek pazarlama bilimini ve departmanını detaylandırabiliriz. Bu 4 P’lere günümüzde 6 P, 4 C gibi eklemeler gelse de özü 4 P üzerine kuruludur.

  • Product (ürün)
  • Price (fiyat)
  • Place (bulunurluk)
  • Promotion (tutundurma)

Promosyonun bir kolu reklam, halkla ilişkiler ve satış geliştirmedir. Bulunduğunuz pazara uygun tüketici iç görülerini anlamak için araştırmalar yapılmalıdır. Bu sadece işin başlangıç kısmıdır. Şirketin, rakiplerin pazarın ölçümlenebilir, rasyonel verilere dayalı detaylı analizinin çıkarılması şarttır. Bununla beraber tüketici ihtiyaçları, talep beklentileri analiz edilmelidir. Bundan sonra stratejik bir yol haritası belirlenmelidir. Bu stratejiler genelde uzun vadelidir. İşte bu nedenle satış bugünü düşünürken pazarlama hep daha uzun vadede düşünerek hareket etmelidir. Çıkan rasyonel verilere göre başta yönetim kurulu onayı alınır ve ilgili tüm departmanlar ile birlikte çalışarak yeni ürün çıkarılması veya mevcut ürünün iyileştirilmesi konusunda ilgilileri harekete geçirir. Alınan kararların uyulup uyulmadığını, planlanan stratejilerin kontrolünü ve liderliğini yapar. Pazarlamanın temel amacı daha fazla ürünü, daha sık ve karlı bir şekilde satmaktır. Satışın işi ise kendilerine verilen ürünü, sorumlu olduğu bölgede, kanalda kendilerine tarif edilen müşteri adaylarına, kendilerine verilen fiyat listesi ve kampanya koşulları ile, kendilerine verilen tanıtım materyalleri ile satarak verilen hedefi tutturmaktır.  Satışın izleyeceği tüm yolu pazarlama çizer.

Çözüm Ortağımız Sayın Lütfü Pöge’den

BAĞIMSIZ DENETÇİNİZİ ATADINIZMI?

ATAMADIYSANIZ,ÇOK CİDDİ VE AĞIR YAPTIRIMLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİRSİNİZ…..


 

Bağımsız denetime olan ihtiyaç son yıllarda önemli derece de artma eğilimi göstermektedir.

Ticaretin ve ekonominin kuralları gereği, İşletme içi Oyunculara ‘’ Ortaklara, Yönetime ve Çalışanlara’’ ve  işletme dışı oyunculara’’yatırımcılara, kredi verenlere, devlete, müşterilere ve tedarikçilere’’ doğru, güvenilir, şeffaf, açık ve anlaşılır bilgileri sağlamak gerekir. Oyuncuların arasındaki ekonomik ilişkiler ve çıkar çatışmaları,  doğru,güvenilir,şeffaf,açık ve anlaşılır bilgiye olan ihtiyacın önemini ortaya koymaktadır, bu da bağımsız denetim ihtiyacını her geçen gün artırmaktadır.Bağımsız Denetim,Şirketler açısından olmazsa olmaz önemdedir

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397 inci maddesi hükmüne göre ‘’şirketlerin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi tutulması zorunlu olup, denetime tabi olacak şirketlerin hangileri olduğunun ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmiştir’’.

2016 yılı için Bakanlar Kurulu tarafından bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

 

Aktif Toplamı: 40 milyon TL üstü

Yıllık Net Satış Hasılatı: 80 milyon TL ve üstü

Çalışan Sayısı: 200 ve üstü

 

Şirketler bu üç kriterden en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları halinde izleyen hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olup, bağımsız denetim yaptırmak zorundadırlar.!!!!

Bazı şirketlerin sorduğu soru şu;

Şirketimiz yukarıda sayılan bağımsız denetime tabi tutulacak kriterlere uyduğu halde  Bağımsız denetim yaptırılmazsa müeyyidesi ne olur?.

 

Bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyideleri yine TTK nun 397/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyidesi “ şirketin Mali  tabloları ve Yönetim Kurulu faaliyet raporu düzenlenmemiş sayılır, bu da Yönetim Kurulunun ibra edilmemesi sonucunu doğurur,şirket kar dağıtamaz,sermaye arttırımı veya azaltımı yapamaz.”

 

İlk bakışta anlaşılmasa da, ekonomik karşılığı yok gibi gözükse de, aslına bakılırsa çok ciddi ve ağır bir yaptırım.

Bu çok ciddi ve ağır yaptırım ile ilgili bilgiler,muhtelif zamanlarda şirketlere açıklandığı halde ve değişik mecralarda yapılan açıklamalar yeterli olmamış olacak ki, şimdi de Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde bağımsız denetçi atamasını yapmamış şirketlere bir yazı göndererek “ eğer şirketler bağımsız denetçi atamadıysa,bağımsız denetçi ataması yapılıncaya kadar Ticaret Sicilindeki taleplerinin yerine getirilmeyeceğini”bildirmiştir.

 

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünün 03.04.2017 tarihli yazısından sonra Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde henüz 2016 yılına ait bağımsız denetçisini seçmemiş şirketlerin genel kurullarını tescil ve ilan etmemektedir. Tabii bununla birlikte şirketlerin süresi biten imza sirküleri de aynı gerekçe ile yenilenmemektedir.

 

Üçer Mali Müşavirlik olarak tavsiyemiz;şirketlerimizin çok ciddi ve ağır yaptırımlarla karşılaşmamaları için,bağımsız denetime tabi olupta bağımsız denetçi atamamış olan şirketlerin bir an önce bağımsız denetçilerini atamalarıdır.

 

Kurumlar Vergisi Oranını İndirmek Yeterli Mi?

Kurumlar vergisi oranının indirilmesi sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin gündeminde olan bir konu. Özellikle ABD seçimlerini kazanan Trump’ın seçim vaatlerinden birisinin vergi oranlarında indirim olması ve göreve başladıktan sonra da bu yönde adımlar atıyor olması, küresel vergi rekabeti açısından vergi indirimlerini tekrar gündemde ilk sıralara taşımış durumda. Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de de konu tartışılmaya başlandı.

 

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, vergi siyasi sonuçları olan hassas bir konudur ve maliye politikası araçlarından yalnızca birisidir. Bu anlamda bir ülkedeki yatırım kararlarının alınmasında dikkate alınan parametrelerden sadece birisidir. Dünyadaki global trend, dolaysız vergilerden dolaylı vergilere bir kayış sergilemektedir. Yani ülkeler hızlı ve kolay toplayacakları kaynaklar üzerinden vergi alma eğilimine girmiş durumdadır. Bu trend uzun süreden beri devam etmektedir ve adaletli olmadığı, gelir dağılımını bozduğu için de eleştirilmektedir. Kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı azaldıkça da, ülkelerin kurumlar vergisi oranını değiştirme esneklikleri de artmıştır. Bugün ülkemizde toplanan vergilerin yaklaşık 1/3’ü gelir ve kurumlar vergisinden alınırken 2/3’ü dolaylı vergilerden alınmaktadır. Kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı ise yüzde 8.9’dur.

 

Maliye politikası aracı olarak vergi oranlarında indirime gidilmesinin yatırımların teşvik edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, vergiye uyumun ve vergi gelirlerinin artırılması gibi çeşitli amaçları vardır. Ancak bu amaçlara ulaşmak için vergi oranlarında bir indirim yapılması tek başına yeterli değildir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi açısından vergi önemli bir kriterdir ancak literatürde yapılan çalışmalar vergi oranlarının ilk başta dikkate alınan ölçü olmadığını ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, yatırımların (özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının) piyasalara ve kar imkanlarına izin veren, güvenilir, öngörülebilir ve ayırımcı olmayan bir hukuk sistemi ile iyi işleyen idari bürokrasinin olduğu, makro ekonomik ve siyasi istikrarın bulunduğu, nitelikli işgücünün bol olduğu, gelişmiş bir altyapı sunan ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Söz konusu bu parametreler açısından aynı düzeyde olan ülkeler artık vergi gibi ikincil seviyedeki ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yasal vergi oranının indirilmesi de tek başına çok şey ifade etmemektedir. Zira çoğu zaman yatırım kararlarında etkili olan vergisel kriter ağırlıklı ortalama vergi yükü olmakta; bu nedenle vergi teşvikleri, vergi mevzuatının sağladığı indirim ve istisnalar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla salt kurumlar vergisi indirimi yoluyla yabancı sermayenin girişinin hızlanacağı ve yatırımların artacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Nitekim bugün en fazla yabancı sermaye çeken ABD, Almanya gibi ülkelerde kurumlar vergisi oranı Türkiye’den çok daha yüksektir (AB ortalaması yüzde 21.5, OECD ortalaması yüzde 24.75, dünya ortalaması yüzde 24.26).

 

Konuya vergi gelirleri ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele açısından da bakmak gerekir. Ülkemizde, kurumlar vergisi oranı 1960 ile 1967 yılları arasında yüzde 20 iken, 1980’de yüzde 50 olmuştur. 1986’dan sonra ise sürekli gerileyerek 1995’te yüzde 44, 2000 yılında yüzde 30 olmuştur. 2000 ile 2003 yılları arasında kurumlar vergisinin yüzde 30 oranına ek olarak bu oranın yüzde 10’u kadar fon payı da alınmaktaydı ve kurumlar vergisinin fiili oranı aslında yüzde 33’tü. 2005 yılında fon payı kaldırıldı ve oran yüzde 20’ye düştü. Kurumlar vergisi oranındaki bu düşüşe rağmen, toplam vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin oranı 1990’dan beri yüzde 8- yüzde 10 arasında değişmektedir. Diğer bir ifadeyle oranlar düşerken vergi gelirleri içindeki beklenen artış sağlanamamıştır. Oranlardaki bu indirimin kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisi üzerine sayısal bir çalışmaya ben rastlamadım ama bu etkinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde kayıt dışılığa yol açan faktörler arasında kurumlar vergisi oranından ziyade istihdam üzerindeki vergisel yükümlülüklerle dolaylı vergi oranlarındaki yükseklik daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla kurumlar vergisi oranından ziyade bu vergilerde indirim yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak, yatırımların artırılması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için küresel vergi rekabetinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve Türkiye de bu gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ancak, yatırım ortamının iyileştirilmesi için Türkiye’nin kurumlar vergisi oranının indirilmesinden önce yapması gereken daha önemli işler vardır. Türkiye, yukarıda bahsettiğim birincil kriterler konusundaki ödevlerini iyi yapmalı ve yatırımcılara güven ortamını sağlamalıdır. Bunun için de her şeyden önce iyi işleyen ve adil bir hukuk sistemini tesis etmeli, uluslararası imajını yeniden iyileştirmelidir. Artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiştir ve 2002 yılından sonra yakaladığı ivmeyi hikayeyi yeniden yazarak sağlamalıdır.