Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın basına yansıyan açıklamalarını takip ettik. Vergi alanında pek çok değişikliğin sinyalini veren açıklamaların ardından yayınlanan kanun tasarısında bu değişikliklerin detaylarını inceleme şansı bulduk. Söz konusu değişikliklerden biri de şirketlerin dağıtılmayan kârlarının vergilendirilmesine yönelik. Bakan Ağbal yaptığı açıklamada, şirketlerin dağıtılmamış karlarından %1 oranında vergi alınacağını belirtmişti. Kanun tasarısında bu oran belirtilmemekle birlikte, söz konusu verginin kapsamı aşağıdaki şekilde oluşturulmuş durumda:
• İlgili yılın kârı, kurumlar vergisi beyannamesinin verildiği ayı izleyen ikinci ayın sonuna kadar dağıtılmazsa veya sermayeye ilave edilmezse tevkifata tabi tutulacak. Normal hesap dönemine tabi şirketler beyannamelerini nisan ayında veriyor. Bu durumda haziran sonuna kadar vergi sonrası kar dağıtılmazsa veya sermayeye ilave edilmezse bu madde kapsamında tevkifat uygulanması gerekecek. Maddede özel bir hüküm bulunmasa da, şirketin geçmiş yıl zararları bulunması durumunda, dağıtılabilir karın hesaplanmasında dikkate alınması gerekir.
• Tevkifat yapılan karların sonradan dağıtıma konu edilmesi ve bu dağıtımın tevkifata tabi olması halinde, daha önce ödenen tevkifatın dağıtılan kâr üzerinden tahakkuk eden vergiden mahsubu öngörülüyor.
• Tevfikat yapılan ancak dağıtımı tevkifata tabi olmayan kârlara ilişkin (örneğin, tam mükellef bir kurumdan bir başka tam mükellef kuruma kâr dağıtımı), sonradan kâr dağıtımı yapılırsa veya kar sermayeye ilave edilirse, ödenmiş olan tevkifatın iadesi söz konusu olabilecek. Bu noktada bu tür şirketler için bir istisna hükmü getirilmesi düşünülebilir.
• Madde metninde ilgili hesap dönemine ait kâra atıf yapıldığı için 2017 itibarı ile bilançoda yer alan ve dağıtıma konu edilmemiş geçmiş yıl kârlarına herhangi bir tevkifat uygulanmayacak şeklinde bir anlam çıkarılıyor.
İlgili maddenin gerekçesinde, söz konusu vergi uygulamasının amacının kârların sermayeye ilavesini teşvik etmek olduğu belirtilmişse de bu tür bir vergilemenin şirketlerden fon çıkışını hızlandırma ihtimali bir risk olarak dikkate alınmalıdır. Zira, vergi kanunlarımızda aynı amaca yönelik bir takım istisnalar yer almakta ve bu yönüyle dağıtılmayan kârların vergilendirilmesi mevcut uygulamalarla çelişmektedir.
Burada asıl dikkat çekmek istediğimiz husus ise vergi hukuku açısından bu tür bir vergilemede karşılaşılabilecek bazı sorunlar.
Sorunun kaynağını esas itibarı ile verginin matrahı oluşturuyor. Matrah, vergi konusunun verginin hesaplanmasında esas alınan değeri veya miktarı olarak tanımlanabilir. Dağıtılmayan kârların vergilendirilmesi konusu ile ilgili olarak kanun taslağında matrah, ilgili hesap döneminde oluşmuş, sermayeye ilave edilmemiş veya dağıtıma konu edilmemiş kârların tutarı olarak belirlenmiş durumda. Dağıtılabilir kâr, ticari kârdan kurumlar vergisinin ve yedek akçelerin çıkarılması yolu ile tespit edilir. Ticari kâr ise bir şirketin muhasebe politikalarına, bünyesinde bulunduğu şirketler grubunun raporlama ilkelerine, halka açık olmasına veya olmamasına göre değişebilmektedir.
Özellikle halka açık şirketler ve uluslararası muhasebe standartlarına göre raporlama yapan şirketler, mali tabloların gerçeğe uygun sunumu amacıyla kıdem tazminatı karşılığı başta olmak üzere çeşitli karşılık giderleri muhasebeleştirmektedir. Ülkemizde muhasebe uygulamaları vergi kuralları çerçevesinde şekillenmiş olduğundan ve ihtiyatlılık prensibi gereği ayrılan bu tür karşılıklar vergi matrahını etkilemediğinden, halka açık olmayan ve uluslararası raporlama yapmayan şirketler karşılık ayırmamayı tercih edebilmektedir. Ancak, ülkemizin uluslararası muhasebe standartları ile uyumlu bir muhasebe sistemine geçiş hedefi bulunduğunu da hatırlatmak gerekir. Aynı zamanda kurumlar vergisi matrahını temsil eden mali kara ulaşırken vergi kanunlarına uygun olarak ayrılmayan karşılıklar açısından ticari kârda düzeltmeler yapılmakta ve vergi matrahının henüz gerçekleşmemiş karşılık giderlerinden etkilenmemesi sağlanmaktadır. Bir şirketin karşılık ayırmayı tercih etmesi durumunda mali kârı etkilenmese de ticari kârı olumsuz etkilenmekte ve azalmaktadır.
Kanun tasarısında yer alan dağıtılmayan kârların vergilendirilmesine ilişkin maddenin bu hali ile yasalaştığını varsayarsak, bir önceki paragrafta bahsi geçen karşılık giderleri yolu ile ticari kârın, dolayısıyla da dağıtılabilir karın azaltılması mümkündür. Diğer bir ifadeyle, şirket yönetiminin alacağı muhasebe kararları ile söz konusu verginin matrahı değişebilecek ve dolayısıyla daha az vergi ödenebilecektir.
Diğer taraftan, Vergi Usul Kanunu’nda suç ve ceza hükümleri birlikte okunduğunda şöyle bir çıkarım yapılabilmektedir: Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar hakkında, vergileme ödevini yerine getirmemeleri veya eksik yerine getirmeleri yüzünden verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesine veya eksik tahakkuk ettirilmesine sebebiyet verilmesi halinde vergi ziyaı cezası kesilir.
Dağıtılmayan kârların vergi matrahı olarak belirlenmesi, karşılık ayrılması, farklı değerleme yöntemleri kullanılması gibi uygulamaların dağıtılabilir kârı azaltmaya yönelik yapıldığı iddiasıyla muhasebe hilesi sayılıp sayılmayacağı sorusunu akıllara getirmektedir. Böyle bir iddianın tersini ispatlayabilecek bir düzenleme ne kanun tasarısında ne de mevcut düzenlemelerde yer alıyor. Diğer taraftan, bu tür karşılıkların uluslararası muhasebe standartlarına uyum sağlamanın başlıca şartlarından olması nedeniyle, bu tür bir eleştiri muhasebe ve raporlama alanında belirlenmiş hedeflerle çelişecektir. Bu nedenle, bu tür bir eleştiriye imkan tanımayacak şekilde düzenleme yapılması ve dağıtılmayan karların vergilendirilmesi özelinde bir matrah tanımı yapılması gerekmektedir.