Limited Şirkette Özel Denetimin Önemi Ve Yöntemi

Hatırlanacağı üzere, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 13 Ocak 2011 tarihinde kabul edilen ilk halinde ölçeğine bakılmaksızın bütün küçük, orta ve büyük ölçekli anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere bağımsız denetime tabi olma zorunluluğu getirilmiş iken; 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik ile her ölçekteki şirketin bağımsız denetime tabi olması zorunluluğundan vazgeçilmiş, bunun yerine bağımsız denetime tabi olacak şirketleri belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verilmiştir. Bakanlar Kurulu da kendisine tanınan bu yetki çerçevesinde almış olduğu Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Karar ile hangi sermaye şirketlerinin (anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket) bağımsız denetime tabi olacağını belirlemiştir.

 

Gelinen noktada, limited şirketler Bağımsız Denetime Tabi Olacak Şirketlerin Belirlenmesine Dair Bakanlar Kurulu Kararı kapsamına giriyorlarsa bağımsız denetim yaptırmakla yükümlü olacaklar; anılan karar kapsamına girmiyorlarsa denetime tabi olmayacaklardır. Anılan Bakanlar Kurulu kapsamına giren limited şirketin yok denecek kadar az olduğu dikkate alındığında, 2017 yılı Eylül ayı itibariyle sayıları 710 bin 693 olan limited şirketin denetimsiz bırakıldığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum, denetçinin yerini alamayacak olsa dahi, limited şirketlerde özel denetim sisteminin önemini artırmaktadır.

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen bağımsız denetim yanında yer verilen diğer bir denetim türü özel denetimdir. Özel denetim, esasında 6762 sayılı eski Ticaret Kanunu’nda da yer almakta, ancak sadece anonim şirketler için öngörülmekte, diğer ticaret şirketlerinde “özel denetçi” tayini talebine yer verilmemekte idi. 6102 sayılı TTK’da ise, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde, anonim şirket pay sahiplerine tanınan özel denetim isteme hakkı limited şirket ortaklarına da tanınmıştır.

 

Dolayısıyla, limited şirket ortaklarından her biri, belirli olayların özel bir denetimle açıklığa kavuşturulmasını genel kuruldan her zaman için isteyebilir. Limited şirket genel kurulu, bu talebi oylamak zorundadır. Yapılacak oylama sonucunda, genel kurulun talebi onaylaması durumunda, şirket ya da ortaklardan herhangi birisi, otuz gün içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden bir özel denetçi atanmasını isteyebilir. Ancak, ortağın bu talebini genel kurulun onayına sunabilmesi için, özel denetim istenen konuda, bilgi alma veya inceleme hakkını daha önce kullanmış olması; özel denetimin ortaklık haklarının, özellikle oy hakkının kullanımı yönünden gerekli olması ve özel denetimin konusunu belirli olayların oluşturması gerekir.

 

Peki, genel kurul ortağın talebini onaylamak zorunda mıdır? Tabi ki hayır, genel kurul sadece talebi oylamakla yükümlüdür, kabul etmek genel kurulu oluşturan ortakların takdirindedir. Eğer ortakların çoğunluğu özel denetim talebini kabul etmez ve yapılan oylama sonucunda genel kurul özel denetim talebini reddeder ise, sermayenin en az onda birini oluşturan ortaklar şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden özel denetçi atamasını isteyebilirler. Ancak, bu davanın, genel kurulun özel denetim istemini reddettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde açılması gerekir. Ayrıca, mahkeme tarafından özel denetçi atanabilmesi için kurucuların veya şirket organlarının, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlâl ederek, şirketi veya ortakları zarara uğratmış olması ve de bu durumun dilekçe sahibi ortak veya ortaklar tarafından ikna edici bir şekilde ortaya konulmuş olması gerekir.

Kırsal yatırım hibe desteği genişletildi

Kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak amacıyla yapılacak yatırımlara yönelik hibe tutarı açıklandı. 2 milyon liraya kadar olan kırsal kalkınma yatırımının yarısını devlet karşılayacak. Kalan yüzde 50’sini ise başvuru sahipleri temin edecek.
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, belirli il gruplarında, soğuk hava deposu, silo, yenilenebilir enerji, tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar gibi çeşitli alanlarda yapılacak yatırımlar için yüzde 50 hibe desteği sağlayacak. Destekten yararlanacak yatırımların 1 Ekim 2018 tarihine kadar tamamlanmış olması gerekiyor. Yeni tesis yatırımlarında 2 milyon lira, kapasite artırımı yatırımlarında 1 milyon 750 bin lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan yatırımların yüzde 50’si hibe desteği olarak verilecek. Yatırımlarda inşaat işleri alımları, makine, ekipman ve malzeme alım giderleri desteklenecek.

 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunması dikkate alınarak, kırsal alanda gelir düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal üretim ve tarıma dayalı sanayi entegrasyonunu sağlanması amacıyla yeni teknolojileri içeren yatırımlara hibe desteği vermeye başlıyor. Bu kapsamda 2020 yılı sonuna kadar, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere destekler verilecek.

İki ana başlıkta destek

Yatırımlar, ‘ekonomik yatırım’ ve kırsal ekonomik altyapı yatırımı’ olmak üzere iki ana başlık altında desteklenecek.

Ekonomik yatırım başlığında, yeni tesis olan başvurularda 2 milyon lira, kapasite artırımı ve teknoloji yenileme yatırımlarında 1.5 milyon lira, tamamlama yatırımlarında ise 1 milyon 750 bin liraya kadar olan projelere yüzde 50 hibe desteği sağlanacak.

Kırsal ekonomik altyapı yatırımlarında ise kırsal turizme yönelik niteliği yeni tesis olan yatırımlar için 1.5 milyon lira, diğer yatırım konuları için 500 bin liralık projeler yapılacak.

“Kadın ve genç girişimciler öncelikli olacak”

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak, tarım ve tarım dışı istihdamı geliştirmek, gelirleri artırmak ve farklılaştırmak için kadın ve genç girişimciler öncelikli olmak üzere gerçek ve tüzel kişilerin ekonomik faaliyetlere yönelik yatırımlarını, verilen yüzde 50 hibe uygulamasıyla desteklemeye devam ettiklerini belirtti. Fakıbaba yaptığı açıklamada “Kırsal alanda yatırım yapmak isteyen yatırımcılarımıza yüzde 50 hibe desteği vererek tarıma dayalı sanayinin gelişmesine katkı sağlamayı sürdürüyoruz.

Tüm yatırımcılarımızı, söz konusu programa başvurarak kırsal alana yatırım yapmaya davet ediyorum. Daha önceki etaplarda sadece 39 ilde uygulanan yenilenebilir enerji üretim tesisleri için verilen hibe desteğini bu tebliğle beraber artık 81 ile çıkardık. Tarımsal üretime yönelik sabit yatırım konularına hindi ve kaz yetiştiriciliğine ait sabit yatırımlarını da ilave ettik. En fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli kesimhane için 81 ilde hibe desteğini de ilk kez bu tebliğle beraber vereceğiz. Ceviz hasat makinelerini de destek kapsamına aldık” şeklinde konuştu.

 

Hangi ilde hangi yatırım desteklenecek?

  • Afyonkarahisar, Ağrı, Amasya, Ankara, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Hatay, Isparta, Mersin, Kars, Kastamonu, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Nevşehir, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Şanlıurfa, Uşak, Van, Yozgat, Aksaray, Karaman, Ardahan illerinde;
  1. a) Yaş meyve sebze tasnif, paketleme ve depolama yatırımları hariç bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması konusunda sadece ham derinin işlenmesi ve günlük en fazla 20 baş hayvan kesim kapasiteli mezbaha,
  3. c) Soğuk hava deposu,

ç) Çelik silo,

  1. d) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. e) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  3. f) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,
  4. g) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.
  • Adana, Adıyaman, Antalya, Artvin, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gümüşhane, Hakkari, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Muğla, Niğde, Rize, Sakarya, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Kırıkkale, Batman, Şırnak, Bartın, Iğdır, Yalova, Karabük, Kilis, Osmaniye ve Düzce illerinde ise;
  1. a) Bitkisel ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  2. b) Hayvansal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. c) Su ürünlerinin işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,

ç) Soğuk hava deposu,

  1. d) Çelik silo,
  2. e) Hayvansal ve bitkisel orijinli gübre işlenmesi, paketlenmesi ve depolanması,
  3. f) Yenilenebilir enerji kullanan yeni sera,
  4. g) Yenilenebilir enerji üretim tesisleri,

ğ) Tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar, h) Kırsal ekonomik alt yapı yatırım konularından; kırsal turizm, çiftlik faaliyetlerinin geliştirilmesine yönelik altyapı sistemleri, el sanatları ve katma değerli ürünler, bilişim sistemleri ve eğitimi yatırımları.

 

Balıkçı desteğinden, 10 metreden küçük gemiler yararlanabilecek

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2017 yılı tarımsal desteklemeleri kapsamında, deniz ve iç sularda geleneksel kıyı balıkçılığı yapanlara verilecek desteklerden yararlanma esaslarını belirledi. Buna göre söz konusu desteklerden, Su Ürünleri Bilgi Sistemi’ne kayıtlı, 1 Ocak 2017 tarihi itibarıyla geçerli balıkçı gemileri için su ürünleri ruhsat tezkeresine sahip 10 metreden küçük balıkçı gemileri yararlanabilecek. Desteğin temel unsurları, 5 Haziran 2017 tarihli 2017/10465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan 2017 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar’da yer alıyor.

Kârını Sermayeye Ekleyen Şirketlerin Ortağı Şirketler İçin Önemli Bir Karar

İştirak edilen şirketin kâr yedeklerini sermayeye ekleyerek ortaklarına bedelsiz hisse vermesi durumunda yapılacak vergi uygulamasına ilişkin olarak 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nde yer alan düzenlemenin Danıştay tarafından iptaline ilişkin açıklamalar yapmıştım.

Bugün, kararın olası etkilerinden bahsedeceğim.

Ancak başta iki şeyi söyleyeyim. Birincisi, gerekçeli kararı görmüş değilim. Dolayısıyla kararın gerekçelerine girmeyeceğim. İkincisi, karar nihai karar değil. İdare muhtemelen kararı temyiz edecektir. Dolayısıyla süreci izlemek gerekiyor.

İptal edilen düzenleme ne diyordu?

İptal edilen düzenleme özetle şunu söylüyordu: İştirakiniz olan şirket, kâr yedeklerini kullanarak sermaye artırımı yaptı ve bu nedenle şirketiniz bedelsiz hisse senedi aldıysa;

– Aldığınız hisse senetlerini nominal bedeliyle aktife kaydetmeniz gerekir.

– Aynı tutarı gelir yazmanız gerekir ancak iştirakiniz girişim sermayesi yatırım fonu veya girişim sermayesi yatırım ortaklığı dışındaki fon ve ortaklıklardan birisi değilse, iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirsiniz.

İptalin sonuçları

Karar, doğrudan veya dolaylı olarak bazı kurumları etkileyecek. Olumlu veya olumsuz. Karar kimi nasıl etkileyecek kısaca bakalım.

  1. Risk sermayesi hariç, yatırım fon ve ortaklıklarının ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

İptal sonrasında yatırım fon ve ortaklıklarına iştirak etmiş olan şirketler iptalden olumlu olarak etkilenecek. Kâr yedeklerini sermayeye ekleyen örneğin yatırım ortaklıklarından bedelsiz hisse alan kurumlar, aldıkları bu paylar nedeniyle artık gelir yazmayacaklar ve dolayısıyla ilgili dönemde vergi ödemeyecekler. İştirakin maliyet bedeli de değişmeyeceğinden, vergiyi hisseleri elden çıkarttıkları döneme ertelemiş olacaklar. Dolayısıyla iptal sonrasında yatırım ortaklığı hissesi alacak olanların karardan olumlu etkilenecekleri açık.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ancak iştirak kazançları istisnasından yararlanamayan kurumlar, iştirakin maliyet bedelini düzeltip, ödedikleri verginin Vergi Usul Kanunu’nun düzeltme hükümleri çerçevesinde iadesini talep edebilirler. Dolayısıyla bu şirketlerin de iptalden olumlu etkilenecekleri açık.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, maliyet bedeli de tebliğ çerçevesinde zaten artırılmış bedel olduğu için, şirketin durumuna bağlı olarak düzeltme ihtiyacı olmayabilir. Dolayısıyla, bu şirketlerin karardan olumlu veya olumsuz etkilenmeyecekleri söylenebilir. Bu durum kurumun durumuna göre değişebilir. İşlem yapan kurum bedelsiz hisseyi aldığında vergi ödemiş ancak elden çıkarttığında zarar etmişse sonuç farklı olabilir.

  1. Diğer kurumların ortakları açısından
  2. a) İptal sonrası bedelsiz ortaklık payı alanlar

Kazançları üzerinden kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin ortağı olan kurumlar, iptal kararının sonrasında bedelsiz pay edinmeleri durumunda, alınan paylar için herhangi bir kayıt yapmayacaklar, iştirakin mevcut maliyet tutarını değiştirmeyecekler. Bedelsiz payları elden çıkartmadıkları sürece iptalin bir etkisi olmayacak, vergi anlamında. Elbette ticari kazanç ve dolayısıyla dağıtılabilir kazanç azalacağı için bu aşamada etki olumsuz olacak. Ancak, bedelsiz alınan paylar elden çıkartıldığında maliyet bedeli alınan hisselerin nominal bedeli kadar düşük olacağından, matrah bu kadar yüksek olacak. Daha önce iştirak kazancı olarak tanımlanan ve kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç, iptalle birlikte değer artış kazancı olarak karşımıza çıkacak ve vergilendirilecek. Dolayısıyla bu aşamada iptalin etkisi mutlak olarak olumsuz.

  1. b) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp halen aktifte tutanlar

Tebliğin yürürlükte olduğu dönemde düzenlemeye uyarak bedelsiz hisseleri nominal bedeliyle aktife kaydeden ve iştirak kazançları istisnasından yararlanan kurumların, iştirakin maliyet bedelini düzeltmeleri gerekecek. İptalin bu şirketlere bugün itibariyle bir vergi etkisi yok. Ancak iştirak elden çıkartıldığında, bedelsiz alınan hisselerin nominal bedeli kadar bir matrah üzerinden vergi ödemek durumunda kalacaklar. Vergi etkisinin dışında, bu kurumların bedelsiz hisse aldıkları ve iştirak kazancı yazdıkları yılın mali tablosu ve dağıtılabilir kazancı da değişmiş olacak.

  1. c) İptal öncesi bedelsiz ortaklık payı alıp satanlar

Bedelsiz alınan hisse senetleri iptalden önce elden çıkartılmışsa, hem bedelsiz pay alınan dönem hesaplarının hem de bu payların elden çıkartıldığı dönem hesaplarının ve beyannamelerinin düzeltilmesi gerekecek. Bedelsiz pay alınan dönem gelir kaydedilen tutarın düzeltilmesinde sorun yok. Hem iştirak kazancı sıfırlanacak, hem de istisna tutarı sıfırlanacak. Vergisel açıdan olumsuz bir durum yok. Bedelsiz edinilen payların elden çıkartıldığı dönemde ise önemli bir sorun ortaya çıkacak. Bedelsiz alınan payların maliyet bedeli, bu payların nominal tutarı kadar azaltılacağından, elden çıkartma kârı ve dolayısıyla kurumlar vergisi matrahı da aynı tutarda artacak. Bu ise geriye doğru yeni bir vergi yükü anlamına geliyor. İptalin en önemli olumsuz sonucu da işte bu grubun üzerinde olacak.

Bu karar, bir yönüyle de bazı vergi düzenlemeleri yapma ihtiyacını ortaya çıkarttı. Bu konu ve iptal edilen düzenlemeyle ilgili kişisel düşüncelerim de bir sonraki makaleye.

Sanayide kümelenme modeli yaygınlaşıyor

Aynı sektördeki firmaların iş birliği yaparak, Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme   uygulamaları artıyor
Aynı sektörde faaliyet gösteren firmaların iş birliği yaparak katma değerli ürün üretilmesi temeline dayanan ve Türk sanayisinin verimliliği ile rekabet gücünü artırmak amacını taşıyan kümelenme uygulamaları giderek yaygınlaşıyor.

Enerji, medikal, kauçuk, haberleşme, iş makineleri, raylı sistemler, tekstil, gemi inşası gibi pek çok sektörde faaliyet gösteren firmaların birbirleri ile dayanışma içinde olarak sanayide verimliliğin artmasına katkı sağlayan kümelenmeler, son yıllarda organize sanayi bölgeleri başta olmak üzere üniversiteler ve sanayi odalarının bünyelerinde çalışmalarını sürdürüyor.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından da desteklenen başarılı kümelenmelerin sayısı Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli illerinde artarken, küme üyesi firmaların işbirliklerinden yeni ve katma değeri yüksek ürünler ortaya çıkıyor.

“Uluslararası rekabete katkı sağlıyor”

Bünyesinde 4 kümelenme bulunan İvedik OSB’nin Başkanı Hasan Gültekin, kümelenme konusunda farkındalık oluşması anlamında Türkiye’nin yol aldığını söyledi.

Kümelenmenin uluslararası rekabete verdiği katkının önemine işaret eden Gültekin, “Buna ek olarak kümelenmeye yönelik genel bir strateji kısa, orta ve uzun vadeli olarak belirlenmelidir. Ana ve yan sanayi ilişkileri stratejik bir yaklaşımla yeniden tanımlanmalı, yan sanayinin yeni yetenekler kazanarak ana sanayi üzerindeki aşırı iş yükünü hafifletmesi amaçlanmalıdır.” dedi.

İvedik OSB’deki kümelenme çalışmalarının 2010’da başladığını dile getiren Gültekin, bölgede medikal, elektronik, makine ve plastik-kauçuk kümelenmeleri üzerine yoğunlaşıldığını ifade etti.

Kümelenme faaliyetleriyle küresel anlamda rekabet gücünün artırılması ve katma değeri yüksek ürün üretilmesine katkı sağlanmasının hedeflendiğini anlatan Gültekin, “Firmaların ortak sorun ve ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların yapılması kümelenmenin sadece amaçlarından biridir.” diye konuştu.

 

Yeni sektörlerin entegrasyon sürecinde kümelenme çalışmalarının önemine dikkati çeken Gültekin, kümelenme modeliyle firmaların birlikte hareket ederek rekabet gücü kapasitelerinin arttırılması ve ortak ürün geliştirilmesini hedeflediklerini söyledi.

Kurumlar Vergisi Oranını İndirmek Yeterli Mi?

Kurumlar vergisi oranının indirilmesi sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin gündeminde olan bir konu. Özellikle ABD seçimlerini kazanan Trump’ın seçim vaatlerinden birisinin vergi oranlarında indirim olması ve göreve başladıktan sonra da bu yönde adımlar atıyor olması, küresel vergi rekabeti açısından vergi indirimlerini tekrar gündemde ilk sıralara taşımış durumda. Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de de konu tartışılmaya başlandı.

 

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, vergi siyasi sonuçları olan hassas bir konudur ve maliye politikası araçlarından yalnızca birisidir. Bu anlamda bir ülkedeki yatırım kararlarının alınmasında dikkate alınan parametrelerden sadece birisidir. Dünyadaki global trend, dolaysız vergilerden dolaylı vergilere bir kayış sergilemektedir. Yani ülkeler hızlı ve kolay toplayacakları kaynaklar üzerinden vergi alma eğilimine girmiş durumdadır. Bu trend uzun süreden beri devam etmektedir ve adaletli olmadığı, gelir dağılımını bozduğu için de eleştirilmektedir. Kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı azaldıkça da, ülkelerin kurumlar vergisi oranını değiştirme esneklikleri de artmıştır. Bugün ülkemizde toplanan vergilerin yaklaşık 1/3’ü gelir ve kurumlar vergisinden alınırken 2/3’ü dolaylı vergilerden alınmaktadır. Kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı ise yüzde 8.9’dur.

 

Maliye politikası aracı olarak vergi oranlarında indirime gidilmesinin yatırımların teşvik edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, vergiye uyumun ve vergi gelirlerinin artırılması gibi çeşitli amaçları vardır. Ancak bu amaçlara ulaşmak için vergi oranlarında bir indirim yapılması tek başına yeterli değildir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi açısından vergi önemli bir kriterdir ancak literatürde yapılan çalışmalar vergi oranlarının ilk başta dikkate alınan ölçü olmadığını ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, yatırımların (özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının) piyasalara ve kar imkanlarına izin veren, güvenilir, öngörülebilir ve ayırımcı olmayan bir hukuk sistemi ile iyi işleyen idari bürokrasinin olduğu, makro ekonomik ve siyasi istikrarın bulunduğu, nitelikli işgücünün bol olduğu, gelişmiş bir altyapı sunan ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Söz konusu bu parametreler açısından aynı düzeyde olan ülkeler artık vergi gibi ikincil seviyedeki ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yasal vergi oranının indirilmesi de tek başına çok şey ifade etmemektedir. Zira çoğu zaman yatırım kararlarında etkili olan vergisel kriter ağırlıklı ortalama vergi yükü olmakta; bu nedenle vergi teşvikleri, vergi mevzuatının sağladığı indirim ve istisnalar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla salt kurumlar vergisi indirimi yoluyla yabancı sermayenin girişinin hızlanacağı ve yatırımların artacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Nitekim bugün en fazla yabancı sermaye çeken ABD, Almanya gibi ülkelerde kurumlar vergisi oranı Türkiye’den çok daha yüksektir (AB ortalaması yüzde 21.5, OECD ortalaması yüzde 24.75, dünya ortalaması yüzde 24.26).

 

Konuya vergi gelirleri ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele açısından da bakmak gerekir. Ülkemizde, kurumlar vergisi oranı 1960 ile 1967 yılları arasında yüzde 20 iken, 1980’de yüzde 50 olmuştur. 1986’dan sonra ise sürekli gerileyerek 1995’te yüzde 44, 2000 yılında yüzde 30 olmuştur. 2000 ile 2003 yılları arasında kurumlar vergisinin yüzde 30 oranına ek olarak bu oranın yüzde 10’u kadar fon payı da alınmaktaydı ve kurumlar vergisinin fiili oranı aslında yüzde 33’tü. 2005 yılında fon payı kaldırıldı ve oran yüzde 20’ye düştü. Kurumlar vergisi oranındaki bu düşüşe rağmen, toplam vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin oranı 1990’dan beri yüzde 8- yüzde 10 arasında değişmektedir. Diğer bir ifadeyle oranlar düşerken vergi gelirleri içindeki beklenen artış sağlanamamıştır. Oranlardaki bu indirimin kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisi üzerine sayısal bir çalışmaya ben rastlamadım ama bu etkinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde kayıt dışılığa yol açan faktörler arasında kurumlar vergisi oranından ziyade istihdam üzerindeki vergisel yükümlülüklerle dolaylı vergi oranlarındaki yükseklik daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla kurumlar vergisi oranından ziyade bu vergilerde indirim yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak, yatırımların artırılması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için küresel vergi rekabetinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve Türkiye de bu gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ancak, yatırım ortamının iyileştirilmesi için Türkiye’nin kurumlar vergisi oranının indirilmesinden önce yapması gereken daha önemli işler vardır. Türkiye, yukarıda bahsettiğim birincil kriterler konusundaki ödevlerini iyi yapmalı ve yatırımcılara güven ortamını sağlamalıdır. Bunun için de her şeyden önce iyi işleyen ve adil bir hukuk sistemini tesis etmeli, uluslararası imajını yeniden iyileştirmelidir. Artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiştir ve 2002 yılından sonra yakaladığı ivmeyi hikayeyi yeniden yazarak sağlamalıdır.

Gelir Ve Kurumlar Vergisi Birleşiyor !!

Başlığı okuyanların bir çoğu doğal olarak “bu iyi bir haber mi yoksa kötü bir haber mi” diye düşünmüşlerdir. Gelir vergisi mükelleflerinin artan oranlı tarifeye göre vergi ödedikleri bilindiğine göre bu onlar için iyi bir haber diyebiliriz. Dünya ülkeleri kendilerine daha fazla yatırımcı çekebilmek için gelir ve kurumlar vergilerini birleştirmektedir. Hatta bu iki vergiyi bütünüyle birbirine eşitlemektedir. Böylece gerçekte şirket olma kapasitesi olmayan ancak artan oranlı vergi ödemek istemediği için şirket kuran mükelleflerinde önlenmesi mümkün olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının birleşiminde klasik bir hata olan madde sayısını azaltmak için eski kanunda 3 madde de düzenlenen bir hususu tek bir maddenin altına aynen yazma yoluna gidilmemesi gerekir. Maddelerin anlaşılabilir olması, sade bir dille yazılması uygulamada karşılaşılan pek çok sorunun önceden çözümlenmesi anlamına gelecektir. Mükellefler ise mevzuatla uğraşmak yerine daha çok işleriyle ilgilenecekler ve ülke ekonomisine katkı sağlayacaklardır. İç içe geçen karmakarışık vergi mevzuatı hatalara neden olmakta ve vergi idaresi ile vergi mükelleflerinin mahkemelere kadar uzanan anlaşmazlıklarına neden olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisinin konusunu aynı şey oluşturmaktadır. İkisi de gelir üzerinden alınan vergilerdir. Biri şahısların (gerçek kişilerin) gelirlerinden alınırken diğeri şirketlerin gelirleri üzerinden alınmaktadır. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi oranı yüzde 20 iken gerçek kişilerin gelirlerinden alınan vergi yüzde 15’ten başlayıp yüzde 35’e kadar çıkmaktadır. Sırf şirket kurmadı diyerek bir şahıstan yüksek vergi almak vergi adaleti açısından ne kadar sağlıklıdır o ayrı bir konuyu oluşturmaktadır.
Ancak gelir vergisi kanunu ile kurumlar vergisi kanunu birbirlerine atıfta bulunmakla beraber ayrı ayrı kanunlardır. Birinde olan indirim veya istisna bir diğerinde olmayabilmektedir. Bu durum vergilerin anlamsız yere ayrışmasına da neden olmaktadır. Bunun yerine gelir ve kurumlar vergisi kanunun birleştirilmesi ve uygulama farklılıklarını gidermesi çok olumlu olacaktır. Maliye Bakanımız gelir ve kurumlar vergisinin birleştirilmesi konusunda azim ve kararlılık göstermektedir. Aynı zamanda Katma Değer Vergisi Kanunu’nun revize edilmesine çalışmaktadır. Vergi sistemimizin günümüzün teknolojik ve ekonomik gelişmelerini kapsayacak şekilde modernleştirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda bürokrasinin azaltılması da önemlidir. Dünyanın en karmaşık vergi mevzuatına sahip olmakla övünmek yerine sistemimizi modern ve basit bir hale getirmemiz zorunludur.
Mükellefe elektronik sistem üzerinden e-borcu yok yazısı verirken aynı zamanda istediği mahsup işlemini görmeyip tüm hesaplarına e-haciz uygulamak doğru olmamaktadır. Sistemimiz elektronik uygulamalarla daha hız kazanmasına rağmen Maliye bakanlığı mutlaka bu elektronik uygulamaları bütünsel bir yaklaşımla mükellef odaklı olarak gözden geçirmelidir. Kağıt ortamında bürokrasiyi azaltalım derken e-bürokrasi meydana getirmeyelim.

Bağımsız Denetim Yaptırmayanlara Ticaret Sicil Engeli!

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397 inci maddesi hükmüne göre şirketlerin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi tutulması zorunlu olup, denetime tabi olacak şirketlerin hangileri olduğunun ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmiştir. 2016 yılı için Bakanlar Kurulu tarafından bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

Aktif Toplamı: 40 milyon TL üstü
Yıllık Net Satış Hasılatı: 80 milyon TL ve üstü
Çalışan Sayısı: 200 ve üstü

Şirketler bu üç kriterden en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları halinde izleyen hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olup, bağımsız denetim yaptırmak zorundadırlar.

Kanunun emredici hükmü bu bağımsız denetim yaptırılmak zorunda!

Peki ama yaptırılmazsa ne olur? Şirketler hala bu soruyu soruyor.

Bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyideleri yine TTK nun 397/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyidesi “ finansal tablolar ile yönetim kurulu faaliyet raporu düzenlenmemiş hükmündedir.” İlk bakışta anlaşılmasa da, ekonomik karşılığı yok gibi gözükse de, aslına bakılırsa çok ciddi ve ağır bir yaptırım.

Kamu Gözetim Kurumu bu ciddi ve ağır yaptırımı anlatabilmek ve uygulayabilmek için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine göndermiş olduğu yazıda, “ finansal tabloların ve yönetim kurulu faaliyet raporunun yok hükmünde olması nedeniyle başta TTK ve diğer mevzuat hükümleri kapsamında yapılacak işlemlerin gerçekleştirilemeyeceğini” bildirmiştir. Bu gerçekleştirilemeyecek işlemlerden bazıları, finansal tabloların görüşülmesi, ibra edilmesi, kar dağıtımı, sermaye artırımı- azaltımı, vergi beyannamelerine ek olarak sunulması, bankalara kredi dökümanı olarak sunulması, YMM ve SMMM ler tarafından onaylanması olarak sayılabilir. Bu ağır yaptırım ve değişik mecralarda yapılan açıklamalar yeterli olmamış olacak ki, şimdi de Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde bağımsız denetçi atamasını yapmamış şirketlere bir yazı göndererek “ bağımsız denetçi ataması yapılıncaya kadar Ticaret Sicilindeki taleplerinin yerine getirilmeyeceğini”bildirmiştir.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü nün 03.04.2017 tarihli yazısından sonra Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde henüz 2016 yılına ait bağımsız denetçisini seçmemiş şirketlerin genel kurullarını tescil ve ilan etmemektedir. Tabii bununla birlikte süresi biten imza sirküleri de aynı gerekçe ile yenilenmemektedir.

Dolayısıyla Ticaret Sicil Müdürlüklerinin bu net ve kesin tavrı, bağımsız denetime tabi olupta bağımsız denetçi atamamış şirketlerin işlemlerinin bir süre aksamasına neden olacak gibi gözükse de aslında bunun sonucunda, zorunluluk kapsamında olan tüm şirketlerin bağımsız denetçilerini atamak zorunda kalacakları düşünülmektedir