Türkiye’deki şirketlerin büyük bir kısmı aile şirketleridir. Aile tipi şirketlerden gelecek stratejisi olanlarının öncelikli hedefi kurumsallaşmaktır. Kurumsallaşma kavramı; aile anayasası, ortaklararası sözleşmeler, bir sonraki kuşağın görev alma şekli, yönetim kurulunun (YK) yapılandırılması, şirket içi denge ve kontrol mekanizmaları, yönetim kurulu krizlerinin ve şirket kilitlenmesinin engellenmesi planları, lider seçim usulü, bağımsız YK üyelerinin ve profesyonellerin konumlanması, imtiyaz halleri, iyi yönetim gibi birçok mesele ile yakından ilgilidir. Tüm bunlarla, kurumsallaşma en az sorunla işleyen ve sorun çıksa dahi çözümünü kendi içinde önceden ortaya koymuş bir şirket planlaması gerektirmektedir.
Aile şirketlerinde işler iyi gidiyor olsa dahi, aile ve akrabalık bağlarının sebep olduğu kırılganlıklar yaşanabilir. Şirketin ticari faaliyetleriyle hiç ilgisi bulunmayan bir sebeple; örneğin; eşlerin – kardeşlerin – kuzenlerin tartışması, aynı şirkette pay sahibi çekirdek aileleler arasında yaşanan rekabet, kıskançlık, heves/ego/yetenek/yeteneksizliklere bağlı farklılıklar, aile içi ani bir güven bunalımı, ayrılık, boşanma gibi durumlar bir anda şirketi umulmadık bir kırılganlık durumuna sokabilir. Aile içi kırgınlığın şirket için kriz halini yaratması ise pek mümkündür. Tecrübelerimiz, önemli sayıdaki aile şirketinin başarıdan başarısızlığa yönelişinin, hatalı ticari kararlardan çok, aile içi sorunlardan kaynaklandığını ortaya koymaktadır.
Bu noktada kurumsallaşamama bir çok aile şirketinin, alt kuşaklara ulaşmadan sona ermesinin önemli sebebidir. Çözümse elbette kurumsallaşmaktır. İlk basamak, aile içinde yaşanması gayet normal olan ve ne aile anayasası, ne ortaklar arası sözleşmeler, ne de şirket esas sözleşmeleri (şirket statüsü) ile engellenemeyecek olan sorunların çıkması halinde ne yapılacağının planıdır. Buna kriz planlaması adı verilebilir. “Oldu ya sorun çıktı, şimdi ne yapmak lazım? Nasıl bir uyuşmazlık çözüm yöntemi ile şirketimizin sorununu süratle çözeriz? Aile içi sorunumuzu şirkete yansımadan nasıl bertaraf edeceğiz?” gibi sorulara verilecek cevaplar önemlidir.
Bu türden sorulara verilebilecek en iyi cevap ‘Arabuluculuk’tur.
Arabuluculukun şirketlere ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanmasına hiçbir engel yoktur. Özellikle aile şirketlerindeki sorunlarda mahkemeye başvurulması halinde, şirketin ismi kriz ve sorunlarla anılır hale gelmektedir. Ancak arabuluculuk gizlilik üzerine kurulu olduğundan, şirketin yaşadığı sorununun şirket dışından duyulması engellenir. Mahkemeye başvuru şirket değerinde negatif etki yapabilir. Hatta şirketin defter ve kayıtlarının taraflarca mahkemeye sunulması, şirketin rakipleri açısından sorun yaşayan şirketin önemli ticari sır, belge ve kayıtlarına ulaşılması riskini de beraberinde getirir. Arabulucu gizlilik yükümü altında bulunduğundan, şirketin sır ve belgelerinin dışarı sızması mümkün değildir. Arabuluculuk bu haliyle şirket değerini de koruyan bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir.
Aile olmanın bir özelliği de, bugün kavga edip, yarın barışabilmenin mümkün oluşudur. En basitiyle aile içi tartışması olmayanımız yoktur. Ancak ailelerde sorunlar genelde geride kalır ve derinleşmez. Ancak aile sorunu geride bırakmaz ve mahkemeye başvurursa, davalı olan taraf aile olma psikolojisinin dışına çıkarak “madem beni dava etti, ben de ona gününü göstereceğim” yaklaşımına girebilir. Bu durum derinleşen bir şirket içi kavganın, benzetme ile ateşe odun atarak daha yakıcı hale gelmesi ve gerçekten söndürülmesi zor olacak bir duruma çevrilmesidir. Bu haliyle mahkemeye başvuru aile ilişkilerinde psikolojik girdaba neden olabilir. Denmez ama “beni arabulucuya verdi” demek de hiçbir duygusal olumsuzluk yokken, hatta aksine arabulucu kelimesinde olumluluk-mutluluk varken, “beni dava etti” cümlesi tamamıyla savaş psikolojisi yaratmaktadır.
Mahkemede iki tarafın kazandığı bir model yoktur. Arabuluculuk ise iki tarafın kazanması ve mutabakatı üzerine kuruludur. Bu haliyle mahkemelerde ilişkiler zedelenebilirken, arabuluculukta ilişkiler onarılmaktadır.
Mahkemede sorunların çözümü yıllar alırken, arabuluculukta birkaç hafta, birkaç gün veya çok zaman birkaç saatte uzlaşı yaratılabilmesi, önemli bir faydadır.
Mahkeme kararı ne şekilde olursa olsun, bu karar taraflar arasındaki temel çatışma sebebini ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü hakimin iradesine taraflar boyun eğse de, bu karara razı olmak anlamına gelmez. Özetle, hakim ne derse o olur ve taraflardan en az biri sonuçtan mennun kalmayabilir. Arabuluculukta ise karşılıklı mennuniyet ve mutabakat vardır. Arabuluculukta varılan sonuç, menfaatinize ise kabul edersiniz ve el sıkışırsınız, menfaatinize değilse kabul etmez, el sıkışmazsınız.
Mahkeme süreçlerinde, karşı tarafı suçlayarak kazanmak esastır. Davacı, davalının kusurlarını anlatarak haklılığını ispat etmeye çalışır. Davalı ise ben kusurlu değilim, o kusurlu yaklaşımı gösterir. Arabuluculukta ise kusuru konuşmak değil, kusuru değil çözümü konuşmak esastır. Arabuluculukta çözüm önerisi sunmak, alternatif fikirler üretmek gerekir. Uzman arabulucunun yönlendirmesi nedeniyle suçlayıcı bir yaklaşım değil, birleştirici bir yaklaşım görülür. Başbaşa konuşmakta zorlananlar, arabulucu huzurunda konuşabildiği için aslında şirket menfaatine geniş bir müzakere imkanına da yaratılmış olur.
Son sözler olarak, kurumsal bir yönetim isteyen her şirketin, özellikle aile şirketlerinin olası sorunları için öncelikle başvurması gereken uyuşmazlık çözüm yöntemi arabuluculuk olmalıdır. Arabuluculuk şirketin itibarının korunması, yönetim krizlerinin yaşanmaması, sorun yaşanırsa süratle geride bırakılması, şirketlerin devamlılığı açısından oldukça faydalı bir yöntemdir. Bu haliyle ortaklar arası sözleşmeler, aile anayasaları vb. kurumsallaşma kapsamında gerek duyulan tüm metinlerde sorun varsa arabuluculuk da olacaktır, yaklaşımı göstermek gerekir. Arabuluculuk aile şirketlerinin alt kuşaklarca devamı açısından da oldukça faydalı bir tercihtir