2018 Yılı Mali Tatilinde Sosyal Güvenlik Uygulamaları

5604 sayılı Mali Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca 2018 yılında 03.07.2018 – 20.07.2018 dönemi mali tatildir.

5604 sayılı Mali Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’un 2’nci maddesinde de mali tatil kapsamında çalışma hayatı ve sosyal güvenlik mevzuatı ile ilgili beyan bildirim ve ödemelerle ilgili hususlar açıklanmıştır.

Yasal düzenleme gereği,
– Son günü mali tatile rastlayan kapsamdaki kanuni ve idari süreler, mali tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamaktadır.

– Mali tatilin sona erdiği günü izleyen beş gün içinde biten kanuni ve idari süreler, tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren beşinci günün mesai saati bitiminde sona ermektedir.

Bu çerçevede, mali tatili takip eden beş güne rastlayan bazı yükümlülükler için süre 25.07.2018

Çarşamba gününe uzamaktadır.

Buna göre, 5604 sayılı Mali Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’a göre, 2018 yılı mali tatilinde sosyal güvenlik ile ilgili kapsama giren beyan, bildirim ve yükümlülüklerin aşağıda belirtilen tarihlerde yerine getirilmesi halinde yasal süresi içinde yapılmış sayılacaktır.

Kooperatiflerin Kuruluş Ve Ana Sözleşme Değişik İşlemleri Hakkında Tebliğ

02.07.2018 tarih ve 30466 sayılı Resmi Gazete’de Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından Kooperatiflerin Kuruluş Ve Ana sözleşme Değişiklik İşlemleri İle Kurucu Ortak Sayıları Ve Çalışma Bölgelerinin Belirlenmesi Hakkında Tebliğ yayımlanmıştır.

1.Kooperatiflerin kuruluş işlemleri:

Kooperatiflerin kuruluşunda izin işlemleri Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü tarafından yürütülür. Bu yetki Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslar dâhilinde İl Müdürlüklerince de kullanılabilir.

1.1.Kuruluş izin işlemleri
Kuruluş izin başvuruları esnasında istenilecek gerekli bilgi, belge ve dilekçe örnekleri Genel Müdürlük internet sitesinde yayımlanır.

Kooperatif kuruluş izni almak için sırasıyla;

a) Kooperatif anasözleşmesi Merkezi Sicil Kayıt Sisteminde (MERSİS) düzenlenerek bu sistem üzerinden ticaret sicili müdürlüğüne gönderilir.
b) Bakanlıkça belirlenen sayıda anasözleşme ticaret sicili müdürlüğünde yetkilendirilmiş personel huzurunda kurucu ortaklarca imzalanır.
c) Kuruluş talebini içeren bir dilekçe ekinde anasözleşme ve gerekli diğer belgeler ile izin merciine başvurulur.

(3) İzin mercii, gerekli gördüğü hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile özel hukuk tüzel kişilerinden bilgi, belge ve görüş isteyebilir.

1.2. Düzeltme beyanı

Anasözleşmenin ticaret sicili müdürlüğünde yetkilendirilmiş personel huzurunda imzalanması ve mühürlenmesinden sonra anasözleşmede değişiklik yapılmasının istenilmesi halinde, kurucularca izin merciine ana sözleşme nüshası adedince düzeltme beyanı verilir.
Kuruluşun usulüne uygun olarak tamamlanmasını teminen izin merciince düzeltme istenilmesi halinde düzeltme beyanı, anasözleşmenin “ilk yönetim kurulu” başlıklı maddesinde adı geçenlerin çoğunluğu tarafından ticaret sicili müdürlüğünde yetkilendirilmiş personel huzurunda imzalanır.

2.Anasözleşme değişikliği izin işlemleriKooperatiflerde anasözleşme değişiklikleri kuruluştaki usul ve esaslara tabidir. Buna göre anasözleşme değişikliği izin işlemleri Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü tarafından yürütülür. Bu yetki Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslar dâhilinde İl Müdürlüklerince de kullanılabilir.
Anasözleşme değişiklik başvurusunda istenilecek gerekli bilgi, belge ve dilekçe örnekleri Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü internet sitesinde yayımlanır.

Anasözleşme değişiklik izni talep edilmesi halinde sırasıyla;

a) Yönetim kurulunca, anasözleşmenin tamamının veya bazı maddelerinin değiştirilmesi talebine ilişkin gerekçeli karar alınır. Bazı maddelerin değiştirilmesinin talep edildiği durumlarda bu maddelerin numaraları yönetim kurulu kararında açıkça belirtilir.

b) İzin talebini içeren bir dilekçe ekinde değişiklik kararının sureti ve gerekli diğer belgeler ile izin merciine başvurulur.

3. Tescil ve ilân
Kuruluş izin işlemi tamamlandıktan sonra ticaret sicili müdürlüğünde kooperatifin kuruluşu Kanunun 3 üncü maddesine göre tescil ettirilerek bu maddede belirtilen hususlar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan ettirilir.

Anasözleşme değişikliği izin işlemi tamamlandıktan sonra izin verilen değişiklikler kooperatif genel kurulunda görüşülür. Genel kurulca kabul edilen değişiklikler ticaret sicili müdürlüğünde tescil ettirilir.

Anasözleşmenin bazı maddelerinin değiştirilmesi halinde yapılan değişiklikler arasında Kanunun 3(*) üncü maddesinde belirtilen hususlar varsa ilan ettirilir. Anasözleşmenin bütünüyle değiştirildiği durumlarda ise ilan Kooperatiflerin Kuruluş Ve Anasözleşme Değişiklik İşlemleri İle Kurucu Ortak Sayıları Ve Çalışma Bölgelerinin Belirlenmesi Hakkında Tebliğ’in 8 maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre yapılır.(Kooperatiflerin Kuruluş Ve Anasözleşme Değişiklik İşlemleri İle Kurucu Ortak Sayıları Ve Çalışma Bölgelerinin Belirlenmesi Hakkında Tebliğ’in 8 maddesinin birinci fıkrası : (1) Kuruluş izin işlemi tamamlandıktan sonra ticaret sicili müdürlüğünde kooperatifin kuruluşu Kanunun 3 üncü maddesine göre tescil ettirilerek bu maddede belirtilen hususlar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan ettirilir.)

(*)1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 3. Maddesi

C) İzin verme, tescil ve ilan:
Madde 3 – Ana sözleşme, Ticaret Bakanlığına verilir. Bakanlığın kuruluşa izin vermesi halinde, kooperatif merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan olunur. Tescil ve ilan olunacak hususlar şunlardır:

1. Ana sözleşme tarihi,
2. Kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresi,
3. Kooperatifin unvanı ve merkezi,
4. Kooperatifin sermayesi ve bunun nakdi kısmına karşılık olarak ödenen en az miktar ve her ortaklık payının değeri,
5. Ortaklık payı belgelerinin ada yazılı olduğu,
6. Ayni sermaye ve devralınan akçalı kıymetlerle işletmelerin neden ibaret oldukları ve bunlara biçilen değerler,
7. Kooperatifin ne suretle temsil olunacağı ve denetleneceği,
8. Yönetim Kurulu üyeleriyle kooperatifi temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları,
9. Kooperatifin yapacağı ilanların şekli ve anasözleşmede de bu hususta bir hüküm varsa yönetim kurulu kararlarının pay sahiplerine ne suretle bildirileceği,
10. Kooperatifin şubeleri: Kooperatifler, lüzum gördükleri takdirde memleket içinde ve dışında şubeler açabilirler. Şubeler, merkezin sicil kaydına atıf yapılmak suretiyle bulundukları yer ticaret siciline tescil olunurlar.

Ticaret Bakanlığı, ana sözleşmelerin, kanunun ihtiyari hükümlerinden ayrıldığını ileri sürerek kooperatifleri kuruluşuna izin vermekten kaçınamaz.

Anasözleşmenin değişiklikleri de kuruluştaki usullere bağlıdır.

Vergi Affı Ve Davadan Feragat

Hukuk Mahkemeleri Kanunu(HMK)’nın konumuza ilişkin 307. maddesinde feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak tanımlanmıştır. Bu müessesenin İdari Yargılama Usulü Kanununda düzenlenmek yerine HMK’a gönderme yapılması yerinde değildir.
Aslında davacının davasından feragat etme hakkı onun dava açma hakkının doğal bir uzantısıdır. Ancak idarenin yargısal denetiminin gerçekleştirildiği idari yargıda, özellikle dava konusu işlem hakkında bir karara varıldıktan sonra istinaf veya temyiz aşamasında veyahut işlem açıkça hukuka aykırı görülüp hakkında yürütmeyi durdurma kararı verildikten sonra davacıya davasından vazgeçme hakkının tanınması, yapılmış olan yargısal denetimin geçersiz sayılması sonucunu doğurur.
Bu nedenle idari yargıda davadan feragat, ancak idari yargılama hukukuyla bağdaştığı ölçüde ve özellikle de idari yargı da iptal davalarının objektifliği ve kamuya yönelik sonuçları dikkate alınarak uygulanabilir. İdari Yargıda iptal davası, kural olarak ilgililerin haklarını ve çıkarlarını korumanın yanı sıra hiç şüphesiz ki, yürütme ve idarenin hukuka uygun davranmasını gerçekleştirmeye yönelik kamusal düzeni korumayı da amaçlamaktadır. Bu nedenle, feragat müessesesinin özellikle kamu yararını ilgilendiren konularda yargıcın takdir ve değerlendirmesi çerçevesinde ele alınması ve kamu yararı ile bireysel yararlar bağdaştığı ölçüde feragat müessesesi kabul edilmelidir.
Bütün bu nedenlerle yargı anlayışında, idare ve vergi mahkemelerinin ve özellikle işlemde hukuka aykırılıklar saptayan yerel mahkeme kararının temyizi aşamasında Danıştay’ın feragati nazara almayarak davaya devam etmesi ve karara bağlaması gerektiği kabul edilmektedir.
Son dönemlerin modası ise, çıkarılan mali af kanunlarının, aftan yararlanmayı “davadan feragat” koşuluna bağlamasıdır. Bu gibi feragat hallerinde yargının eli-kolu bağlanmakta, feragat müessesesine idari yargılama ilkeleri ile yaklaşamamaktadır.
Öte yandan feragatin bir önemli sonucu da, feragat eden tarafın yargılama giderlerine katlanması ve bu kapsamda duruşmalı davalarda karşı taraf için “vekâlet ücreti” ödemeye mahkûm edilmesidir. Ancak af kanunu dolayısıyla feragat, kişinin haksızlığını kabul eden özgür iradesiyle değil, sağlanan mali olanaklardan yararlanma amacıyla zorunlu olarak yapılmaktadır. Bu nedenle konuya genel tebliğler bazında çözüm getirilmeye çalışıldığı da görülmektedir.
Aslında mali af kanunlarına “feragat” koşulunun konulması bence yanlıştır. Bu gibi hallerde af ve feragat, idari işlemin hukuksal denetimden kaçırılması sonucunu doğurmaktadır, içtihat oluşumuna da engel olmaktadır.
Bu nedenle mali af kanunlarında aftan yararlanmanın “davadan feragat” koşuluna bağlanması yerine, isteyenlere davalarına devam etme yolu açık tutulmalıdır. Ancak hem af, hem de dava yolunun kullanılması, davadan haksız çıkma halinde, aftan yararlanılarak ödenen tutarın %10’u kadar haksız çıkma zammı ödenmesi koşuluna bağlanabilir. Nitekim 60’lı yılların mali af kanunlarında bu yönde düzenlemeler mevcuttur.
Halen geçerliliğini sürdüren ve başvuru süresi işlemekte olan 7143 sayılı Kanun’la da, aftan veya güncel terimi ile yapılandırmadan yararlanma “feragat” koşuluna bağlanmıştır.
Yapılandırma başvurusu sırasında, ilgili formun doldurulması sırasında “feragat” konusunda da beyanda bulunulmaktadır.
Ancak yanlış başvuru veya yanlış formun doldurulması yahut daha sonra ödemelerin aksatılması dolayısıyla yapılandırmanın düşmesi gibi hallerde, daha önce faragat edilen dava yeniden canlanmamaktadır. Daha önceki af kanunu uygulamalarında, yapılandırmanın iptali veya düşmesi sebebiyle yargıya yapılan davayı canlandırmaya yönelik başvurular, feragatin kesin sonuç doğurması dolayısıyla yargı mercileri tarafından doğal olarak reddedilmiştir.
Bu nedenle yapılandırma başvurularında çok dikkatli davranmak gerekmektedir.

2018, Vergide Reform Yılı Olacak

Maliye Bakanlığı, 2018 yılında vergi alanında reform niteliğinde dört ayrı yasal düzenlemeyi Meclis’e göndererek yasalaştırmayı hedefliyor.

2018’de dört ayrı kanunla yapılacak değişiklikle uzun süredir gündemde olan vergi reformu konusunda adım atılması bekleniyor. Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın 2018 yılı bütçe görüşmeleri sırasında sık sık dile getirdiği vergi reformunun ayaklarını Gelir Vergisi Kanun Tasarısı, Vergi Usul Kanunu Tasarısı, Katma Değer Vergisi Kanunu Tasarısı ile İstanbul Finans Merkezi Kanunu Tasarısı oluşturuyor. Ekonomi yönetiminin 2018’i tarih verdiği yasal düzenlemeler ile basit, sade, daha rekabetçi ve büyüme dostu bir vergi sistemi öngörülüyor.

İki vergi kanunu birleştirilecek

Öncelikle, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunu birleştirilecek. 1961 yılından bu yana yürürlükte olan Gelir Vergisi Kanunu’nu kapsamlı bir reforma tabi tutmayı hedefl eyen Maliye Bakanlığı, bir süredir bu taslak üzerindeki çalışmalarını sürdürüyor. Sivil toplum kuruluşlarından görüş alan bakanlık, başka ülke uygulamalarını da inceledi. Gelir Vergisi Kanun taslağı çalışmaları büyük oranda tamamlanırken, düzenlemenin yasalaşması ile vergi tabanını genişleten, vergiye uyumu kolaylaştıran, öngörülebilirliği artıran, yatırımı, katma değerli üretimi artıran, mükellef odaklı bir vergi sistemi hedefleniyor.

Yatırımlardaki KDV düşecek

Reforma tabi tutulacak diğer bir düzenlemeyi Katma Değer Vergisi Kanunu oluşturuyor. Katma Değer Vergisi Kanunu’nu vergiye uyum maliyetlerini düşüren, yerli üretim ve yatırımı teşvik eden, yatırım üretim ve ihracat üzerindeki KDV’yi yük olmaktan çıkaran bir yaklaşımla reforma tabi tutacaklarını açıklayan ekonomi yönetimi, özellikle KOBİ’lerin vergiye uyum maliyetlerini düşürmeyi, yatırımlar üzerindeki KDV kaynaklı ilave finansman yüklerini azaltacak bir düzenleme öngörüyor. İngiltere’deki KDV sistemini yerinde inceleyen, sektörden önerileri toplayan Maliye Bakanlığı, İngiltere’de KOBİ’lere uygulanan düz oranlı vergi sistemini Türkiye’de de uygulamayı hedefliyor.

Maliye Bakanlığı’nın 2018 ajandasında ayrıca Vergi Usul Kanun Tasarısı ile İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Kanun Tasarısı yer alıyor. Yeni Vergi Usul Kanunu ile uyuşmazlıkların kısa sürede çözülmesi ve vergi cezalarının gönüllü uyumu artıracak şekilde caydırıcı bir yapıya kavuşturulması planlanıyor. İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Kanun Tasarısı ile İstanbul’un bölgesel ve küresel bir finans merkezi haline getirilmesi için Türkiye’de finansal sistemin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi için gerekli hukuki, fiziki, beşeri ve vergisel altyapıyı sağlayacak düzenlemeler yapılacak.

“İzaha Davet” Yapılacak Konular

Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) mülga 37’inci maddesi, 9/8/2016 tarihli ve 29796 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 6728 sayılı Kanun ile “İzaha davet” başlığı altında yeniden düzenlenerek vergi sistemimizde, İdare ve mükellefler arasındaki uyuşmazlıkların azaltılması, İdarenin zamanını daha etkin ve verimli alanlara hasretmesi, olayların gerçek mahiyetinin tespit edilmesine mükelleflerce daha çok katkıda bulunulması ve bu sayede vergiye gönüllü uyumun artırılması amacıyla yeni bir müessese ihdas edilmiştir.
İzaha davet müessesesi, verginin ziyaa uğradığına delalet eden emareler bulunduğuna dair yetkili merciler tarafından yapılmış “ön tespit”lerle ilgili olarak, aynı merciler tarafından mükelleflerden açıklama talep edilmesi olup, bu müessese, yapılan değerlendirmeler sonucunda vergi ziyaına sebebiyet vermediği anlaşılan mükelleflerin konuyla ilgili vergi incelemesine veya takdire sevk edilmesini önlemekte, vergi ziyaına sebebiyet verildiği durumlarda ise belirli şartlar dahilinde indirimli ceza uygulanmak suretiyle mükellefleri daha ağır müeyyidelerden korumaktadır.
Anılan kanun maddesindeki hüküm uyarınca, Maliye Bakanlığı ön tespitin niteliğini, izaha davetin şeklini ve kapsamını, daveti yapacak ve yapılan izahı değerlendirecek mercii, davet yapılacakları, yapılan izahta kullanılacak bilgi ve belgeler ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir. Maliye Bakanlığı bu yetkisini kullanarak, 25 Temmuz 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 482 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde söz konusu düzenlemeleri ve açıklamaları yapmıştır.
Anılan tebliğde açıklandığı üzere, Maliye Bakanlığı tarafından izaha davet kapsamına alınan konular aşağıdaki gibi olup, aşağıda belirtilen konularda hakkında vergi ziyaına yol açmış olabileceği yönünde ön tespit bulunanlar izaha davet edilecektir.
1. Ba-Bs bildirim formlarında yer alan bilgilerin çapraz kontrolleri sonucunda, vergiyi ziyaa uğratmış olabileceğine dair haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
2. Banka ve benzeri finans kurumlarından alınan bilgilere göre, kredi kartı satış cihazı (sanal pos, kredi kartı, banka kartı-debit ve imprinter cihazı gibi) kullanan mükelleflerin, yaptıkları satış tutarları ile KDV beyannamelerinin karşılaştırılması sonucunda, satış tutarlarının düşük beyan edilmesi suretiyle verginin ziyaa uğratılmış olabileceğine dair haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
3. Serbest meslek kazancı, ücret, gayrimenkul sermaye iradı gibi tevkifata tabi gelir elde edenler tarafından verilen yıllık gelir vergisi beyannameleri ile bu gelirler üzerinden tevkifat yapanların verdikleri muhtasar ve prim hizmet beyannamelerinin karşılaştırılması sonucu verginin ziyaa uğratılmış olabileceğine dair haklarında ön tespit bulunanlar.
4. Çeşitli kurum ve kuruluşlardan elde edilen bilgilerle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164 ve 168’inci maddeleri ile 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun 46 ncı maddesi kapsamında belirlenen asgari ücret tarifelerinin karşılaştırılması sonucunda, serbest meslek kazancını ve hesaplanması gereken KDV’yi ilgili dönem beyannamelerinde beyan etmediği veya eksik beyan ettiği yönünde haklarında ön tespit bulunan avukatlar ve 3568 sayılı Kanun kapsamındaki meslek mensupları.
5. Gelir Vergisi Kanunu’nun (GVK) 89’uncu maddesi ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun (KVK) 10’uncu maddesine göre, bağış ve yardımlar, eğitim ve sağlık harcamaları ile girişim sermayesi fonu olarak ayrılan tutarlar beyanname üzerinde gösterilmek ve bu maddelerde belirtilen oranları aşmamak şartıyla beyan edilen gelirden veya kurum kazancından indirim konusu yapılabilmektedir. Bu kapsamda, belirtilen söz konusu oranların üzerinde indirim yaptıklarına dair haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
6. Maliye Bakanlığı’na verilen kâr dağıtım tablosunda yer alan bilgiler ile diğer verilerin karşılaştırılması sonucunda, dağıtmış oldukları kârlar üzerinden vergi kesintisi yapmadıkları yönünde haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
7. GVK’nın 88’inci maddesi ve KVK’nın 9’uncu maddesinde yer alan şartlardan herhangi birisini ihlal etmek suretiyle geçmiş yıl zararlarını gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yaptığı yönünde haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
8. KVK’nın 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamına giren iştirak kazançlarının, Maliye Bakanlığı’nca veya ilgili idarelerce yapılan düzenlemeler uyarınca tutulan muhasebe kayıtlarında iştiraklerden temettü gelirlerinin izlendiği hesaplarda gösterildikten sonra, beyannamede istisnalar arasında yer alması gerekmektedir. Söz konusu hesaplarda, elde edilen iştirak kazançlarının yer almaması ya da bu hesapların hiç kullanılmaması hallerinde, bu kazançları beyanname üzerinde istisna olarak gösterdiğine dair haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
9. KVK’nın 5’inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan, taşınmaz ve iştirak hisseleri ile kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan hakları satış kazancı istisnasından faydalanan mükelleflerden; menkul kıymet ve taşınmaz ticareti ve kiralanması faaliyeti ile uğraşıldığı, istisnaya konu kazancın %75’lik kısmının özel fon hesabına alınmadığı veya beş yıllık süre içerisinde özel fon hesabından çekildiği ya da satışın yapıldığı yılı izleyen 5 yıl içinde şirketin tasfiye edildiği yönünde haklarında ön tespit bulunanlar.
10. Ortaklara olan borçların toplamının, öz sermayenin üç katından fazla olduğu yönünde haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
11. Dönem sonu bilançosunda “Ortaklardan Alacaklar” hesabında bakiye bulunmakla birlikte aynı döneme ilişkin gelir tablosunda faiz geliri beyan etmediği yönünde haklarında ön tespit bulunan mükellefler.
12. Ortaklık hak ve hisselerini elden çıkardıkları halde gelir vergisi beyannamesi vermedikleri veya vermiş oldukları gelir vergisi beyannamesinde bu gelirleri beyan etmedikleri yönünde haklarında ön tespit bulunan limited şirket ortakları.
13. Gayrimenkul alım/satım işlemlerine ilişkin olarak, tapu daireleri, banka ve benzeri finans kurumları ile diğer kurum ve kuruluşlardan elde edilen bilgilerin karşılaştırılması sonucunda, alım/satım bedelinin eksik beyan edilmiş olabileceğine dair haklarında ön tespit bulunanlar.
14. Tapuya tescil edilen gayrimenkullerin elden çıkarılmasından doğanlara ilişkin olarak, tapu dairelerinden elde edilen verilere göre, gayrimenkulleri iktisap tarihinden başlayarak beş yıl içinde elden çıkardıkları ve istisna haddinin üstünde kazanç elde ettikleri halde beyanname vermediklerine dair haklarında ön tespit bulunanlar.
15. Banka, benzeri finans kurumları, Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya abonelerine elektrik, su, doğalgaz, internet hizmeti vb. mal ve hizmetleri teslim eden/sunan kurumlar ile diğer kurum ve kuruluşlardan alınan bilgilerin değerlendirilmesi neticesinde, kira geliri elde ettiği anlaşılanlar ile muhtasar ve prim hizmet beyannamelerinde yapılan tevkifat tutarına göre istisna ve beyan sınırı üzerinde kira geliri elde ettiği anlaşılanlardan gayrimenkul sermaye iratlarını beyan etmediklerine veya eksik/hatalı beyan ettiklerine dair haklarında ön tespit bulunanlar.
16. Sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanma fiilinin işlenmiş olabileceğine dair vergi inceleme yetkisini haiz kişilerce düzenlenen raporlara istinaden yapılan ön tespitlerde, kullanılan sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge tutarının; her bir belge itibarıyla 50.000 TL’yi geçmemesi ve mükellefin ilgili yıldaki toplam mal ve hizmet alışlarının %5’ini aşmaması kaydıyla mükellefler. (Sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanma fiilinin işlenmiş olabileceğine dair belge tutarının tespiti ile mal ve hizmet alış tutarının hesaplanmasında vergiler hariç tutarlar dikkate alınacaktır.)

Akif AKARCA

Aile anayasası önemini yitiriyor mu ?

 

Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bir söyleşide Aile Anayasası’nın hukuki yaptırımının olmadığı, centilmenlik anlaşması seviyesinde kaldığı, çok işlevsel olmadığı, uygulanabilirliği açısından eleştiriler aldığı yönündeki beyanları okuyunca, uygulamada bazı sıkıntılar ve tereddütler yaşandığını düşündüm. Bu durum, kurumsallaşma ve aile anayasasına sahip olma niyeti bulunan aile işletmelerinin şevkini kırıcı bir etkiye de sahip olabilirdi. Zira, ülkemizin dört bir yanında birçok aile şirketinin öncelikli hedefleri arasında kurumsallaşma ve aile anayasasına sahip olma arzusu bir şekilde yer almaktadır.
Aile Anayasası, gelişmiş ülke ekonomilerinden dünyaya ve dolayısıyla ülkemize de yayılmış bir uygulama aslında. Zira, batı ülkelerinde de şirketlerin ağırlıklı kısmı ailelere ait. Orijinali “Family Constitution” olan Aile Anayasası için yabancı literatürde Aile Protokolü, Aile İlkeleri Beyannamesi, Aile Kuralları ve Değerleri, Aile Stratejik Planı gibi kavramlar da kullanılıyor. Ülkemizde Aile Anayasası ve Aile Konseyi uygulamasına giden ilk şirket Sabancı Holding’dir. Sabancı Ailesini sonradan birçok aile takip etse de, ülkemizde Aile Konseyi ve Aile Anayasasına sahip şirket sayısı oldukça sınırlıdır. Nitekim, geçtiğimiz günlerde Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği’nin DÜNYA Gazetesi’nde yayımlanan Aile Şirketi Öncelikleri Anketi’nde de, ankete katılan aile şirketlerinin %60’ının Aile Anayasası’nın bulunmadığı, %53’ün de Aile Konseyi’nin bulunmadığı sonucu ortaya çıkmıştır.
Bazı olumsuz örneklerden yola çıkarak Aile Anayasası’nı basite indirgemek ve önemsizleştirmek kanımızca doğru bir yaklaşım değildir. Zira, aile üyeleri niyet ve fikir düzeyinde hazır değilken sadece ve biran önce Aile Anayasası’na sahip olmak isteyen aile şirketlerinde arzulanan neticenin elde edilememesi kuvvetli bir olasılık iken dışarıdan sağlanan süreçte ailenin yapısı, ihtiyaçları, bugünü ve geleceği ilgililer tarafından doğru tahlil edememiş de olabilir. Aile şirketleri nihayetinde bu süreci kendileri bizzat yürütmemekte, dışarıdan danışmanlık hizmeti almaktadır. Son yıllarda aile şirketlerinin bu alana yoğun ilgileri ise Aile Anayasası ve kurumsallaşma hizmeti vermek amacıyla birçok danışmanlık firmasının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Hatta, internette araştırma yapıldığında matbu aile anayasası örneklerine ulaşmak dahi mümkündür. Oysa, alt yapısı oluşturulmadan ve üzerinde uzlaşı sağlanmadan hazırlanmış standart bir aile anayasası her şirkette aynı sonucu vermeyeceği gibi bazen istenmeyen sonuçlar dahi doğurabilir. Buna karşılık, gerek dünyada gerekse ülkemizde çok başarılı Aile Anayasası uygulamaları bulunmaktadır.
Aile Anayasası alelade bir belge değil, nihayetinde kurumsallaşma yolunda somutlaşmış niyetlerin, geleceğe yönelik hedefl erin ve iradelerin tescil edildiği bir belgedir aslında. Şirket ile aile ilişkilerinin bugünü yanında ve daha çok yarınını kapsar. Bu belgeyi anlamlı kılan ise, sadece Aile Anayasasına sahip olma düşüncesiyle hazırlanması değil, içerdiği bütün ilke ve kuralların aile fertleri tarafından genel olarak özümsenip kabul edilmiş olmasıdır. Aksi takdirde, eleştirilerde öne sürüldüğü gibi işlevsiz bir belge olmaktan öteye de gidemez.
İşin diğer bir boyutu da, bu konuda Türk Ticaret Kanunu ile getirilen düzenlemelere vakıf olunması ve hayata geçirilmesidir. Türk Ticaret Kanunu ile getirilen düzenlemeler ile taçlandırılmadan hazırlanmış Aile Anayasası ilkeleri, işlevsel olmaktan, hukukî sonuçlar doğurmaktan ve uygulanabilir olmaktan yeterince faydalanamaz. Bugün şirketin mevcut aile üyeleri tarafından uyumlu bir şekilde işletilmesi, gelecek kuşaklar döneminde de sorunsuz bir şekilde yoluna devam edeceği anlamına gelmez. Bu nedenle, aile işletmeleri, kurumsallaşma ve aile anayasası hedeflerinden vazgeçmemeli, aksine aile üyelerinin bu konudaki isteklerini canlı tutmalı ve teşvik etmelidir. Aile Anayasası neticede yazılı düzen demektir ve yazılı düzen her zaman için kuralsızlıktan yahut sözlü kurallardan daha iyidir.

SONER ALTAŞ