Çözüm Ortağımız Sayın Lütfü Pöge’den

BAĞIMSIZ DENETÇİNİZİ ATADINIZMI?

ATAMADIYSANIZ,ÇOK CİDDİ VE AĞIR YAPTIRIMLARLA KARŞI KARŞIYA KALABİLİRSİNİZ…..


 

Bağımsız denetime olan ihtiyaç son yıllarda önemli derece de artma eğilimi göstermektedir.

Ticaretin ve ekonominin kuralları gereği, İşletme içi Oyunculara ‘’ Ortaklara, Yönetime ve Çalışanlara’’ ve  işletme dışı oyunculara’’yatırımcılara, kredi verenlere, devlete, müşterilere ve tedarikçilere’’ doğru, güvenilir, şeffaf, açık ve anlaşılır bilgileri sağlamak gerekir. Oyuncuların arasındaki ekonomik ilişkiler ve çıkar çatışmaları,  doğru,güvenilir,şeffaf,açık ve anlaşılır bilgiye olan ihtiyacın önemini ortaya koymaktadır, bu da bağımsız denetim ihtiyacını her geçen gün artırmaktadır.Bağımsız Denetim,Şirketler açısından olmazsa olmaz önemdedir

 

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397 inci maddesi hükmüne göre ‘’şirketlerin finansal tablolarının bağımsız denetime tabi tutulması zorunlu olup, denetime tabi olacak şirketlerin hangileri olduğunun ise Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmiştir’’.

2016 yılı için Bakanlar Kurulu tarafından bağımsız denetime tabi tutulacak şirketler aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

 

Aktif Toplamı: 40 milyon TL üstü

Yıllık Net Satış Hasılatı: 80 milyon TL ve üstü

Çalışan Sayısı: 200 ve üstü

 

Şirketler bu üç kriterden en az ikisinin sınırlarını art arda iki hesap döneminde aşmaları halinde izleyen hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olup, bağımsız denetim yaptırmak zorundadırlar.!!!!

Bazı şirketlerin sorduğu soru şu;

Şirketimiz yukarıda sayılan bağımsız denetime tabi tutulacak kriterlere uyduğu halde  Bağımsız denetim yaptırılmazsa müeyyidesi ne olur?.

 

Bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyideleri yine TTK nun 397/2 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre bağımsız denetim yaptırmamanın müeyyidesi “ şirketin Mali  tabloları ve Yönetim Kurulu faaliyet raporu düzenlenmemiş sayılır, bu da Yönetim Kurulunun ibra edilmemesi sonucunu doğurur,şirket kar dağıtamaz,sermaye arttırımı veya azaltımı yapamaz.”

 

İlk bakışta anlaşılmasa da, ekonomik karşılığı yok gibi gözükse de, aslına bakılırsa çok ciddi ve ağır bir yaptırım.

Bu çok ciddi ve ağır yaptırım ile ilgili bilgiler,muhtelif zamanlarda şirketlere açıklandığı halde ve değişik mecralarda yapılan açıklamalar yeterli olmamış olacak ki, şimdi de Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde bağımsız denetçi atamasını yapmamış şirketlere bir yazı göndererek “ eğer şirketler bağımsız denetçi atamadıysa,bağımsız denetçi ataması yapılıncaya kadar Ticaret Sicilindeki taleplerinin yerine getirilmeyeceğini”bildirmiştir.

 

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğünün 03.04.2017 tarihli yazısından sonra Ticaret Sicil Müdürlükleri bağımsız denetime tabi oldukları halde henüz 2016 yılına ait bağımsız denetçisini seçmemiş şirketlerin genel kurullarını tescil ve ilan etmemektedir. Tabii bununla birlikte şirketlerin süresi biten imza sirküleri de aynı gerekçe ile yenilenmemektedir.

 

Üçer Mali Müşavirlik olarak tavsiyemiz;şirketlerimizin çok ciddi ve ağır yaptırımlarla karşılaşmamaları için,bağımsız denetime tabi olupta bağımsız denetçi atamamış olan şirketlerin bir an önce bağımsız denetçilerini atamalarıdır.

 

Kurumlar Vergisi Oranını İndirmek Yeterli Mi?

Kurumlar vergisi oranının indirilmesi sadece Türkiye’nin değil, birçok ülkenin gündeminde olan bir konu. Özellikle ABD seçimlerini kazanan Trump’ın seçim vaatlerinden birisinin vergi oranlarında indirim olması ve göreve başladıktan sonra da bu yönde adımlar atıyor olması, küresel vergi rekabeti açısından vergi indirimlerini tekrar gündemde ilk sıralara taşımış durumda. Bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de de konu tartışılmaya başlandı.

 

Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, vergi siyasi sonuçları olan hassas bir konudur ve maliye politikası araçlarından yalnızca birisidir. Bu anlamda bir ülkedeki yatırım kararlarının alınmasında dikkate alınan parametrelerden sadece birisidir. Dünyadaki global trend, dolaysız vergilerden dolaylı vergilere bir kayış sergilemektedir. Yani ülkeler hızlı ve kolay toplayacakları kaynaklar üzerinden vergi alma eğilimine girmiş durumdadır. Bu trend uzun süreden beri devam etmektedir ve adaletli olmadığı, gelir dağılımını bozduğu için de eleştirilmektedir. Kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı azaldıkça da, ülkelerin kurumlar vergisi oranını değiştirme esneklikleri de artmıştır. Bugün ülkemizde toplanan vergilerin yaklaşık 1/3’ü gelir ve kurumlar vergisinden alınırken 2/3’ü dolaylı vergilerden alınmaktadır. Kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı ise yüzde 8.9’dur.

 

Maliye politikası aracı olarak vergi oranlarında indirime gidilmesinin yatırımların teşvik edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların artırılması, kayıt dışılığın azaltılması, vergiye uyumun ve vergi gelirlerinin artırılması gibi çeşitli amaçları vardır. Ancak bu amaçlara ulaşmak için vergi oranlarında bir indirim yapılması tek başına yeterli değildir. Özellikle yabancı sermaye yatırımlarının çekilmesi açısından vergi önemli bir kriterdir ancak literatürde yapılan çalışmalar vergi oranlarının ilk başta dikkate alınan ölçü olmadığını ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, yatırımların (özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının) piyasalara ve kar imkanlarına izin veren, güvenilir, öngörülebilir ve ayırımcı olmayan bir hukuk sistemi ile iyi işleyen idari bürokrasinin olduğu, makro ekonomik ve siyasi istikrarın bulunduğu, nitelikli işgücünün bol olduğu, gelişmiş bir altyapı sunan ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Söz konusu bu parametreler açısından aynı düzeyde olan ülkeler artık vergi gibi ikincil seviyedeki ölçütler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yasal vergi oranının indirilmesi de tek başına çok şey ifade etmemektedir. Zira çoğu zaman yatırım kararlarında etkili olan vergisel kriter ağırlıklı ortalama vergi yükü olmakta; bu nedenle vergi teşvikleri, vergi mevzuatının sağladığı indirim ve istisnalar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla salt kurumlar vergisi indirimi yoluyla yabancı sermayenin girişinin hızlanacağı ve yatırımların artacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Nitekim bugün en fazla yabancı sermaye çeken ABD, Almanya gibi ülkelerde kurumlar vergisi oranı Türkiye’den çok daha yüksektir (AB ortalaması yüzde 21.5, OECD ortalaması yüzde 24.75, dünya ortalaması yüzde 24.26).

 

Konuya vergi gelirleri ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele açısından da bakmak gerekir. Ülkemizde, kurumlar vergisi oranı 1960 ile 1967 yılları arasında yüzde 20 iken, 1980’de yüzde 50 olmuştur. 1986’dan sonra ise sürekli gerileyerek 1995’te yüzde 44, 2000 yılında yüzde 30 olmuştur. 2000 ile 2003 yılları arasında kurumlar vergisinin yüzde 30 oranına ek olarak bu oranın yüzde 10’u kadar fon payı da alınmaktaydı ve kurumlar vergisinin fiili oranı aslında yüzde 33’tü. 2005 yılında fon payı kaldırıldı ve oran yüzde 20’ye düştü. Kurumlar vergisi oranındaki bu düşüşe rağmen, toplam vergi gelirleri içinde kurumlar vergisinin oranı 1990’dan beri yüzde 8- yüzde 10 arasında değişmektedir. Diğer bir ifadeyle oranlar düşerken vergi gelirleri içindeki beklenen artış sağlanamamıştır. Oranlardaki bu indirimin kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisi üzerine sayısal bir çalışmaya ben rastlamadım ama bu etkinin sınırlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde kayıt dışılığa yol açan faktörler arasında kurumlar vergisi oranından ziyade istihdam üzerindeki vergisel yükümlülüklerle dolaylı vergi oranlarındaki yükseklik daha ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla kurumlar vergisi oranından ziyade bu vergilerde indirim yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak, yatırımların artırılması ve yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için küresel vergi rekabetinin gündemde olduğu bir dönemdeyiz ve Türkiye de bu gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ancak, yatırım ortamının iyileştirilmesi için Türkiye’nin kurumlar vergisi oranının indirilmesinden önce yapması gereken daha önemli işler vardır. Türkiye, yukarıda bahsettiğim birincil kriterler konusundaki ödevlerini iyi yapmalı ve yatırımcılara güven ortamını sağlamalıdır. Bunun için de her şeyden önce iyi işleyen ve adil bir hukuk sistemini tesis etmeli, uluslararası imajını yeniden iyileştirmelidir. Artık yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiştir ve 2002 yılından sonra yakaladığı ivmeyi hikayeyi yeniden yazarak sağlamalıdır.

Gelir Ve Kurumlar Vergisi Birleşiyor !!

Başlığı okuyanların bir çoğu doğal olarak “bu iyi bir haber mi yoksa kötü bir haber mi” diye düşünmüşlerdir. Gelir vergisi mükelleflerinin artan oranlı tarifeye göre vergi ödedikleri bilindiğine göre bu onlar için iyi bir haber diyebiliriz. Dünya ülkeleri kendilerine daha fazla yatırımcı çekebilmek için gelir ve kurumlar vergilerini birleştirmektedir. Hatta bu iki vergiyi bütünüyle birbirine eşitlemektedir. Böylece gerçekte şirket olma kapasitesi olmayan ancak artan oranlı vergi ödemek istemediği için şirket kuran mükelleflerinde önlenmesi mümkün olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının birleşiminde klasik bir hata olan madde sayısını azaltmak için eski kanunda 3 madde de düzenlenen bir hususu tek bir maddenin altına aynen yazma yoluna gidilmemesi gerekir. Maddelerin anlaşılabilir olması, sade bir dille yazılması uygulamada karşılaşılan pek çok sorunun önceden çözümlenmesi anlamına gelecektir. Mükellefler ise mevzuatla uğraşmak yerine daha çok işleriyle ilgilenecekler ve ülke ekonomisine katkı sağlayacaklardır. İç içe geçen karmakarışık vergi mevzuatı hatalara neden olmakta ve vergi idaresi ile vergi mükelleflerinin mahkemelere kadar uzanan anlaşmazlıklarına neden olmaktadır.
Gelir ve kurumlar vergisinin konusunu aynı şey oluşturmaktadır. İkisi de gelir üzerinden alınan vergilerdir. Biri şahısların (gerçek kişilerin) gelirlerinden alınırken diğeri şirketlerin gelirleri üzerinden alınmaktadır. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi oranı yüzde 20 iken gerçek kişilerin gelirlerinden alınan vergi yüzde 15’ten başlayıp yüzde 35’e kadar çıkmaktadır. Sırf şirket kurmadı diyerek bir şahıstan yüksek vergi almak vergi adaleti açısından ne kadar sağlıklıdır o ayrı bir konuyu oluşturmaktadır.
Ancak gelir vergisi kanunu ile kurumlar vergisi kanunu birbirlerine atıfta bulunmakla beraber ayrı ayrı kanunlardır. Birinde olan indirim veya istisna bir diğerinde olmayabilmektedir. Bu durum vergilerin anlamsız yere ayrışmasına da neden olmaktadır. Bunun yerine gelir ve kurumlar vergisi kanunun birleştirilmesi ve uygulama farklılıklarını gidermesi çok olumlu olacaktır. Maliye Bakanımız gelir ve kurumlar vergisinin birleştirilmesi konusunda azim ve kararlılık göstermektedir. Aynı zamanda Katma Değer Vergisi Kanunu’nun revize edilmesine çalışmaktadır. Vergi sistemimizin günümüzün teknolojik ve ekonomik gelişmelerini kapsayacak şekilde modernleştirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda bürokrasinin azaltılması da önemlidir. Dünyanın en karmaşık vergi mevzuatına sahip olmakla övünmek yerine sistemimizi modern ve basit bir hale getirmemiz zorunludur.
Mükellefe elektronik sistem üzerinden e-borcu yok yazısı verirken aynı zamanda istediği mahsup işlemini görmeyip tüm hesaplarına e-haciz uygulamak doğru olmamaktadır. Sistemimiz elektronik uygulamalarla daha hız kazanmasına rağmen Maliye bakanlığı mutlaka bu elektronik uygulamaları bütünsel bir yaklaşımla mükellef odaklı olarak gözden geçirmelidir. Kağıt ortamında bürokrasiyi azaltalım derken e-bürokrasi meydana getirmeyelim.